Advertisement

Kaçak E Kitap 7.Bölüm - Asi

7.Bölüm

Yine Yeni Yeniden 


Çok fazla bilgi buna karşın hazmedecek çok az vaktim vardı. Ama bir yanım gerçeği hazmedip hızla sonuca varmaya ayarlamıştı kendini. Düşünüp tartarken yatakta bin kez dönüp durmuş olmalıyım. Sabah güneşi belli belirsiz pencereden içeri aydınlatırken daha fazla dayanamayıp kalktım. Balıkçı burada değildi. Adı neydi? Gerçi adı varsa bile Ada’da kimse ağzına almamıştı. Haber vermeden geldiği gibi yine haber vermeden gitmişti.

Birisi kuvvetle kapıya vurmaya başladı. 

Saat kaçtı? 

Sabah 05:03.

Kimdi bu davetsiz misafir?

Uykulu adımlarla kapıya giderken “Asya!” Diyen sesin sahibini tanımamam mümkün değildi. Kızarık bir burun ve diken diken saçlarla Perçem kapıyı açar açmaz korkuyla karışık bir çığlık atmıştı.

“Şükürler olsun” dedi “Buradasın! Dünden beri sana ulaşmaya çalışıyorum. Pazar’a geleceksin diye sözleşmiştik gelmeyince eve geldim kapı açıktı sonuna kadar! Her yere baktım! Senden haber alamayınca kapıyı kapatıp çıktım. Dünden beri sana ulaşmaya çalışıyorum. Bu halin ne böyle?”

Hangi halim? Sarımtrak suratım, kırmızılaşan gözlerim, cadı kazanına dönen beynim. Hangisinden başlasam? Perçem durmadan konuşuyor sorularına cevap alamadıkça daha fazla soruyordu. O konuştukça beynime bir çekiç vuruluyormuş gibi hissediyordum. Ciddi anlamda bitkin düşmüştüm bayılacak gibi hissediyordum.

“Sakin ol Perçem, lütfen biraz sakin ol” onu sakinleştirebilmek için sadece yalan söyleyebilirdim ama bunun için yeterince istekli değildim.

"Asya? İyi misin? Hey… Bayılacak gibi duruy..."

“Git” dedim henüz kendimdeyken. 

Yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Ensem fena bir biçimde acımaya başlamıştı, İn'de ki o şeyin dokunduğu yerde, damarlarım şişiyor ve kan basıncı, beynimi onlarca parçaya ayıracak bir bomba haline geliyordu. 

“Ama...”

“Bak sana daha sonra açıklayacağım. Ama şimdi git lütfenl” Perçem’i kapının dışına itmiştim. “Asya! Asya..” kapıyı suratına kapattım. Perçem Ada’ya taşındıktan sonra edindiğim ilk ve son arkadaştı. Zaten çevrede yaşıtımız olan pek kimse de yoktu. Son bir yıldır beraber geçirdiğimiz vakti özellikle bitkilere odaklamıştık. Şu an bitkiler önceliğim olmalıydı, sulamalı, durumlarını kontrol etmeliydim. Ama bunun için gücüm yoktu.

Nefes nefese koridoru geçip merdivenleri tırmanmaya başladım. Son anda merdiven korkuluğunu yakalayıp oraya yaslanmayı başardım. Bana ne oluyordu böyle? 

Yatak odama girdim halsizce. Gıcırdayan yatağımın üstüne çıkıp başımı ellerimin arasına aldım. Omurgamdan aşağı doğru ince kesikler açılıyormuş gibi hissediyordum. Bilinçsizce enseme dokundum. Islaktı. Terden sırılsıklam olmuştum.

Saç diplerim karıncalandı. Tişörtümün yakasından içeri buz parçacıkları atılmış gibi titredim. Başımı kaldırıp tekrar baktım. Sarsılarak titredim. İyi değilim. Kesinlikle iyi değilim! Huzursuz his ensemden aşağı bin voltluk bir akım gibi titreterek indi. Omuzlarımı oynatıp kaslarımı gevşetmeye çalıştım. Etrafa bir bakış attım. Sanki birisi, sizi göremeyeceğiniz bir yerden izliyormuş gibi...

Yatak buzdan olsa ancak bu kadar üşüyebilirdim. Ürpertiyle beraber ince beyaz tişörtümün açıkta bıraktığı kollarımı ovuşturdum. Başımın dönmesini engellemeye çalışarak gözlerimi duvara diktim. Sanki?

"Beni mi arıyordun Asya?" 

Korkuyla yerimden sıçradım. Ve neredeyse yataktan düşüyordum.

Kırık dökük kitaplığın kenarına yaşlanmış her şey normalmiş gibi beni izliyordu. Zar zor aldığım nefeslerin arasından “Çok kötü hissediyorum” dedim hayal meyal.

Beni şöyle bir süzdükten sonra "Daha öncede söylemiştim: Ölüyorsun" dedi.

"Sorgu insani olan yanı öldürür. Kısa bir zaman içinde seni kısıtlayan bu deriden kurtulmuş olacaksın" Çocuk oyuncağıymış gibi anlatıyordu.

"Peki o deriden sıyrıldığımda senin gibi mi olacağım?" 

Korkum saklayamadığım bir biçimde sesime yansımış olacak ki “Bu tür bir gelecekten korkman gerekmez. Şu an endişelenmen gereken daha büyük bir sorunun var” dedi.

“Ölmekten daha mı büyük?”

“Evet” dedi çarpık gülümsemeyle. Gülüşü korkunçtu.

“Nasıl öleceksin Asya, hızlı mı yoksa yavaş mı?”

Harika dedim kendi kendime. Nasıl doğduğuma karar verememiştim ama nasıl öleceğime karar vermek benim ellerimdeydi. 

Ne büyük şans ama!

Sessiz dehşetime gözlerini devirerek karşılık verdi. Sanırım insani her türlü şeyden rahatsız oluyordu. 

"Sor hadi" dedi. "Eminim bilmek istediğin bir milyon şey vardır?" Uykuya dalmak ve acıyı hafifletmek istesemde kafamın içini susturamıyordum. O yüzden kendimi dayanmak için zorlamalıydım. Sorularıma cevap alabilirsem beynim bir nebze susup uyumama belki izin verebilirdi.

"Kimi öldürdün? O gece..kimi öldürdün?” dedim. Sesli söylemek düşünmekten daha kan dondurucuydu. Gözlerini yavaşça bana çevirdi. Sarı ve siyah. Bu tarz bir yüze bakmak sağlıklı düşünmemi kesinlikle engelliyordu.

"Ne önemi var?" Belki de haklıydı. Her kim ölmüşse niyeti beni öldürmekti. Ama daha insani yanım birini öldüren biri ile konuşmaya entegre olmakta zorlanıyordu. 

"En azından beni neden birinin öldürmek istediğini açıklayabilir misin?”

Bundan pek emin değilmiş gibi birkaç saniye yüzümü süzdü. Bu birkaç saniye sonunda omuz silkip konuşmaya başladı.

“Dünya savaşları sırasında çok fazla insan bizi(parmağı umarsızca gözlerini işaret ediyordu) keşfetti ki. Bu çok normaldi, her yerdeydik. Kargaşa anlarında saklanmaya gerek duymuyorduk ve bizi gördüklerinde bir şey yapmıyorduk. Sonuçta birkaç gün içinde ölecekleri bir ortamdayken öğrendikleri şeyler için endişe etmemiz gereksizdi.

Sanırım o dönemdeki en büyük hatamız bu olmuştu: İnsanlardaki merak duygusunu hafife aldık. Gördüklerinden korkmak yerine, araştırma ve güç için yeni bir kapı açma arzularını fark edemedik. Ya da etmiştik ama pek önemsememiştik. Bizlerden bazılarıyla iş birliği yapmayı başaranlar oldu. Güç için bağlılık yeminleri edenler. Güç için kan dökmekten sakınmayanlar. Ama İn’in bariz bir gizlilik yasası olduğu düşünülünce iş birliğinin sonunda iblisler İn tarafından fark edilmemek için insanları öldürürdü.

Bunu keşfeden çoğu insan kendini gizlemek için yollar aramaya başladı. Onları, zihinlerini, planlarını görmemizi istemediler. 

Sağlam bir kayayı bile kaldıramayacağı bir yükün altına sokarsan parçalarına ayrılır. İnsanların bir kaya kadar dayanıklı olmadığını hesaba katarsak çoğu kişinin bu istekler için öldüğünü tahmin etmek çokta zor değil. Çok azı gizlenmeyi ve hayatta kalmayı başardı.” Şöyle bir durup yüzümü süzdü. Yüzüm kim bilir ne haldeydi? Gözlerini tozlu kitaplarıma çevirip devam etti.

“Bazı insanlar ölmemiş ve tuhaf bir biçimde hayatta kalmışlardı. Hayatta kalanların artık insan olmadıklarını fark ettik” 

“İnsani özelliklerini yitiren ve neredeyse delirme seviyesine gelenler vardı. Fakat içlerinde kusursuz değişimler geçirenlerde bulunuyordu. İşin kötü yanı ise onların ne olduklarını nerede olduklarını bulamıyorduk. Gerçek bir kaostu. Onlardan olup orduya katılanlar, olması gerekenden daha fazla yıkıma neden oldu. İn o zaman temel olarak ilk kez bir kural koydu ki bizlerin kurallara alışık olmadığını söylemeliyim.”

Balıkçı’dan dünya savaşlarının aklımın ucundan bir an bile geçmeyen öyküsünü soluksuz dinliyordum. “Yanlış hatırlamıyorsam 1944’de güç için illegal yollara başvuran her insanın bulunup öldürülmesine karar verildi. Hayatta kalmak ve kaçınılmaz sondan kurtulmak için kaçacaklardı." 

Kaçaklar lakaplarını sonuna kadar hak ediyor Asya. Saklanmakta son derece ustalar ve kaçmaktada... Görüldükleri yerde öldürülmemek için gizlenme konusunda birer usta haline geldiler ve bunu çok kısa süre içerisinde öğrendiler. Yine de avlanan Kaçak sayısı oldukça fazlaydı. Savaş kısa bir süre sonra dinginleşti. Sanırım savaşacak asker kalmadığı için olası bir sondu”

"Peki bunun benimle ne alakası var?”

"Öldürdüğüm adamın kim olduğunu bilemezsin ama ne olduğunu tahmin edebilirsin artık?" 

“Bir kaçak?" Başını yavaşça eğdi. "İyi de neden? Dediğin gibi kaçmak konusunda usta olan bir türse neden dikkati kendi üstüne çeker ki?”

"Sana İn’dekilerle iş birliği yaptıklarını söyledim. Sizin tasvirinizle ‘iblisler’ anlaşmak için kalem kağıt kullanacak tipte biri gibi mi geliyor kulağına? Eğer İn’den saklanmaya devam etmek istiyorlarsa insandan daha güçlü ve ilginç bir yaratığın kanını yine İn’e karşı çalışan topluluklara sunmaları gerekir. Sorgu’ya henüz girmemiş her Acemi onlar için bir dualarını gerçekleştirecek bir adaktan ibaret"

Kaos. 

Bilgilerin zihnimde yarattığı şey tam anlamı ile buydu. Sakinliğimi koruyarak aklımdaki diğer soruları düşünmeye çalıştım.

"Asi tam olarak nedir?” dudaklarını birbirine bastırdı. Sormamam gereken bir şey sormuşum gibi kaşlarını çatılmıştı.

Kaşları kısacık bir an sonra eski halini alırken yüzünde çok ama çok belirsiz bir tebessümle “İnsanlar için dinozorların ne anlamı var?” dedi.

“Soyu tükenmiş dev canlılar?”

“Evet” dedi. “İn’in toprakları içerisinde asilerin dinozorlardan pek bir farkı yok. Neredeyse tükenmek üzere olan bir türüz. Bu gözler” dedi gözlerini daha çok açarken “hem bu dünya da hem o dünyada kolaylıkla görebileceğin tarz da şeyler değildir” Ona ne şüphe! 

“Çoğunluğumuz dünya savaşlarında ortadan kaldırıldı. O dönem kendimizi gizlemeyerek yol açtığımız kaos yüzünden ciddi sorunlarla yüzleşmiştik” 

Merakımı sezmiş olmalı ki anlatmaya devam etti. “Her türün çeşitli görevleri vardır Asya. Kimileri doğal afetlerin oluşmasıyla ilgilenir, kimileri insanların sapkınlıklarıyla, benim gibilerse savaşlarla ilgilenir. Devletler arası patlak veren büyük savaşlarla...” 

"Bu yüzden" dedi sırıtarak. "Her türlü gücü bir arada bulundurmamız yüzünde İn'de Savaş Tanrıları olarak anılmamıza sebep olmuştu. Şu saymaktan övündüğünüz Yedi günahın yedisi de bedenimizde mevcut”

Kendimi tutamayarak “Ayaklı bir bela gibi” dedim. Neyseki bunu bir hakaret gibi algılamadı. Niyetim o olsa bile. 

“Evet. O yüzden İn, savaşlar esnasında saklı kalma kuralını bariz bir biçimde çiğnediğimiz için bizden kurtulmaları adına bir koz vermiştik. Yapabileceklerimizden korkuyorlardı. Korkmakta haklıydılar. Biz minik bir ateşi harladık ve tüm dünya koca bir kibritmiş gibi alev aldı. Dünya savaşlarının bu kadar büyüyeceğini tahmin edememiştik. Ama olması gerekiyordu ve oldu”

“Du..dur bir dakika! Sen Dünya savaşlarını sizin çıkardığınızı ve büyürken hiç bir şey yapmadığınızı mı söylüyorsun?” 

"Hayır savaşları biz başlatmadık. Savaş zaten vardı, biz sadece meyilli olanları kışkırttık. Cesaretlendirmek diyebiliriz”

“Onlarca insanı öldürmek diyelim” dedim dişlerimin arasından.

“Hah! Onu biz değil sözde liderlerinize bıraktık diyelim. Ayrıca bu dünyayı kullanmaya devam etmeniz gerekiyorsa belli bir kısmından vazgeçmelisiniz” Baştan aşağı titredim onu izlerken. O böyle yirmilerinde biri gibi göründükçe yapabileceklerini, geçmişte yaptıklarını nasıl tahmin edebilirdim ki. 

“Kim bilir daha ne tür sırlarınız vardır?” 

Gülümsedi. Kollarını iki yanında serbestçe bıraktığında kesinlikle bir insandan farklı gözükmüyordu. Gözleri dışında.

“Seni temin ederim ki bilmek istemezsin” 

“Evet” sesim titremediği için minnettardım. Benim için soru cevap o anda bitmişti. Nefesimi tutarken yataktan kalkıp kapıya ilerledim.

Uzaya fırlatılmış bir uydu kadar yalnız hissediyordum. Başı boş ve yörüngesinden şaşmadan, istifini hiç bozmadan duran kızdım ben. Beladan uzak dururdum. Dün geceye kadar.

Onu odada bırakıp yavaş adımlarla mutfağa indim. Güneş artık yeryüzünü tam anlamıyla aydınlatırken gidip dolaptan atıştıracak bir şeyler çıkardım. Mutfak masasının dört köşesine yerleştirilmiş kahverengi ahşap sandalyelerden birini çekip oturdum. Dikkatsizce davranınca kalçamı masanın sivri köşesine çarptım. Sivri köşeler hoşuma gitmiyordu. Bu eve bunun için mi gelmiştim? Her şeyi göze alıp bu yüzden mi kaçtım? Dört duvara şöyle bir baktım. Hiç hatırlanası bir anımın olmadığını fark ettim. İnsanlar evlerine değer verirdi. İnsanlar değerli anıları evlerin var ettiğini söylerdi. Bense yakıp yıkmak istiyordum burayı. Burada bana ait bir şey yoktu. Burada gölgem vardı, ben değil... Hayatta kalabilmek için sığındığım bu yarı yıkık bina şu an üzerime yıkılıyordu. 

O kadar çabadan sonra elimde koca bir hiç vardı. Özenle inşa etmeye çalıştığım o hayata veda etmem gerektiğini fısıldıyordu duvarlar. 

Bir insan değilsin diyordu.

Peki neydim ben?

Bundan sonra nasıl yaşayacaktım?

Değişen şey evim değil, bahçem değil bedenim, ruhum ve geriye kalan her şeyimdi. İşin kötüsü bana kaldığını iddia ettiğim bu şeyler artık İn denen şu ucube düzene aitti.





Yorum Gönder

0 Yorumlar