9. Bölüm
“Başına doğru bakar olsam, başsız ağaç
Dibine doğru bakar olsam, dipsiz ağaç”
Geçmişime ait yüzlerce an, onlarca farklı mekan, hatırladığım ve hatırlamadığım birkaç yüz insan. Akıp geçen zamana karşı bir saat gibiydim. Orada öylece duruyordum ve ruhum yelkovan ile akrebin ritmine uyarak farklı bedenlerde uyandırıyordu beni. Yıllar geçiyor büyüyordum. Büyürken kaçırdığım şeyleri görüyor görürken tekrar unutuyordum. Suya yazmak gibiydi. Her dakika yeniden doğmak gibi.
Birisi adımı mı söyledi?
Henüz on ikisine yeni basmış ben, boş ve karanlık bir koridorda sessiz ama hızlı adımlarla yürüyordu. Birisinin adımı seslendiğini duyduğumda ise koşmaya başladı. Hayatım buna bağlıymışçasına koşuyordum.
Karanlık koridor ayaklarımın altında eğilip bükülürken bir teknenin sallanan zeminine açıverdim gözlerimi. O geceye.
Başımı kaldırmak ve ne olup bittiğini görmek istedim. Ama anı, bunun değişmesine izin vermedi. Kıpırtısız bir şekilde korkudan iki büklüm şeklimi korurken tekne alabora oldu.
Artık bir evdeydim. Onlarca bitkinin kaplı olduğu bir odada duruyor yeni kazanç kapıma bakıyordum. Kapım birden bire alacaklı birileri tarafından çalınmaya başlandı. Bitkiler yok oluyor. Ayaklarım tarafından kapıya sürükleniyorum, kapıyı açmamla beraber ev ters yüz oluyor. Tekrar başa gerisin geri salonun ortasında beliriyorum. Tekrar kapı çalıyor, kapıya doğru ilerliyorum ama aslında durmaktayım. Attığım adımlar yerinde sayıyor.
Kapı.
“Bu kapıdan girecek o kapıdan ise çıkacaksınız”
Bir şeylerin yanlış olduğunu ilk adımda anlamamı sağlayan tuhaf bir his vardı içimde. Bu ana takılı kalmış gibiydim. Bir biçimde kapının çalındığını duyuyor ama açamıyordum. O kapıyı açamıyordum peki ya diğerlerini deneyemez miydim?
O anı benim hayatıma ait miydi gerçekten? Kapım böylesine çalınmış mıydı hiç? Çalınmış olsaydı unutacağımı pek sanmam, hayatımda beni böylesine rahatsız edecek kadar fazla insan yoktu.
Yavaşça arkamı dönmeye çalıştım. Teknedeki an gibi değildi. Vücudum komutlarımı dinleyerek harekete geçmişti. Mutfak kapısı birkaç adım ötedeydi. Hızlı adımlar atarak kapıya ulaştım. Elimi kapı kulbuna uzatarak açılması için kendime doğru çektim. Gıcırtılı bir sesle aralandı. Ama evimin arkasına değil bir ağacın gölgesine açılmıştı.
Daha öncesinde görmediğim türde bir ağaçtı. O kadar geniş ve uzundu ki, dalları gökyüzüne değiyor aynı zamanda uzanabildiği heryeri sarıyor gibiydi, hayır hayır gökyüzü ile bir bütündü.
Görüntünün yarattığı etkiye kapılmıştım, ateşe uçan pervane gibiydim. Göğüs kafesimin içinden daha öncesinde varlığından bir haber olduğum bir yerden gelen arzuyla ileri doğru itiliyordum. Bir o kadar uzak ve bir o kadar yakındı. Adım attıkça hem uzaklaşıyor hem de hiç olmadığım kadar yakınına giriyordum.
Ayaklarımın ıslanmaya başladığını fark edemiyordum sadece yürümek geliyordu içimden. Koşmaya başladığımı anlamam ise çamurlaşan yolda kaymam ile olmuştu. Çamura saplanıyor debelenip çıkıyor tekrar kaldığım yerden devam ediyordum bu ritim yıllar boyunca sürmüş gibiydi.
Yaşlandığımı, saçlarıma akların düştüğünü hissettim, göğsüme bir ağırlık çökerken artık bir bataklığın içinde kurtarılmayı beklediğimi anladım. Kapana kısılan bir böcektim. Etrafım çamurla kaplanmış ve çıkamayacağım kadar dibe batmıştım. Ama duramayacağım kadar gözümün döndüğünü hissediyordum. Duygular o kadar güçlü ve deliceydi ki. Ölmek uğruna bile olsa ağacın dibine ulaşmak istiyordum. Ama neden?
Ses…
Ritmik son derece cılız…
Davet eden, kendine çeken, düşünme yetinizi elinizden alan hipnotize edici bir ses. Her şey onun yüzündendi.
Çamurun içinde çırpınarak ilerleyişim, göz korkutucu bir hırsla doluydu. Bata çıka. Sese karşı koymaya çalıştım. Çamura bulanmış ellerimle kulaklarımı kapamaya sesi duymamak için çabaladım.
Sonra çamur sertleşmeye başladı. Bedenimi artık ileri doğru değil de yerin altına doğru çekiliyordu.
O an attığım son adımı iliklerime kadar hissettim.
Ayağımın altında derinliğini tahmin edemeyeceğim bir çukur ve içinde ne olduğunu seçemeyeceğiniz kadar bulanık bir su vardı. Ağacı çepeçevre saran bir daire biçiminde kazılmıştı etrafı. Yarattığı büyüye kapılan avları kıskıvrak yakalamak için birebirdi. Suya düştüm, ağaca doğru uzanan ellerim, su tarafından alaşağı edildi. Dibe doğru, karşı koyamayacağım bir güçle çekilirken ciğerlerimdeki son oksijende beni terk etmişti. Asya’ya ait olan her şeyin beni terk etmesi gibi…
Çok üşüyorum. Vücudumun her bir santimetresi buz kesiyordu. Saçlarımdan ayak parmaklarıma kadar derimin üstü kalın bir kar tabakasına yatırılmış gibi kaskatı kesilmişti. Gözlerimi zar zor araladım. Ama bir tipinin ortasındaydım. Hiçbir şey görünür halde değildi. Kar taneleri şiddetle yeri ve beni döverken önümde duran bir karartı seçebildim.
Tüm görüntü bir bıçakla kesilir gibi alınıyor gözlerimin önünden. Artık her şey karanlık.
Ama hissediyorum hareket var. Tıpkı tünelden geçen bir tren gibi. Etrafta uçuşan zamana karşı metalden yapılmış gibi kaskatıyım. Aklım almıyor demiştim. İçimden akıp giden tüm hisler cam kırıkları gibi batıyor ruhuma, şu an gerçek mi, başıma gelenler bir hayal olabilir mi, kimim ben, neredeyim, neyim?
Işıklar bir anda geri geldiğinde karanlık tarafından yer yüzüne tükürülmüş gibiydim. Kelimenin tam anlamıyla. Acı vericiydi. Sert ve soğuk bir zeminde yüzü koyun uzanıyordum bıraksalar aylarca uyurdum orada. Ama rüzgar ve ayak sesleri uykuya devam etmek için fazla gürültülüydü.
Acıyla kasıldım. Sırtım iki yana bükülen bir dal parçasına dönüştü. Sonrasında yüzü koyun yığıldım. Benim gibi yere düşen bir başka beden hemen birkaç metre ötemdeydi. Gözyaşlarımın yüzümü yıkayışı, sırtımdaki sinir ağının yüksek gerilimli bir hatla çarpılmış gibi titreyişi ve o bedenin kesinlikle anormal bir biçimde duran başı...
Koyu parlak saçları yerleri süpürürken göz bebeklerime bakan gözleri, parıltısını yitirmiş, ölümün soğuğuyla buğulanmıştı. Ölmüştü. Benim gözlerimle bana bakan o şey bendim. Ölmüştüm!
Dehşet içerisinde geriye doğru sıçradım. Mide bulantısı ve korkunun yoğurduğu bir yumru gibiydim. Gözlerim gözlerimin içine bakıyordu bu korkudan uzaklaşmak istercesine yerde süründüm. O zaman bir mezarlıkta olduğumu fark ettim. Onlarca insanın hareketsiz bir biçimde yattığı berbat bir açık mezarlıktı burası!
Yine!
Kaçak 1. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 2. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 3. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 4. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 5. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 6. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 7. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 8. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 9. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 10. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 11. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 12. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 13. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 14. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 15. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 16. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 17. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 18. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 19. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 20. Bölüm - Okumak için Tıkla
0 Yorumlar