6.Bölüm
Değişim
Rüzgar Ada’nın ağaçlarını döverken yatakta bir o yana bir bu yana döndüm. Radyo açıktı ve odayı frekans cızırtıları dolduruyordu. Gözlerimin önünde uçuşup duruyordu öldürülen insanlar.
Eve nasıl getirildiğimi bilmiyorum. Balıkçı mı getirmişti ya da başka birileri mi? Emin değilim. Bana ne yapmışlardı? Benden ne istemişlerdi? Peki ya benden ne almışlardı? Neler olduğunu kavramak için sakinleşmeliydim. Tavana diktim gözlerimi. Çatlak ve yer yer küflü yüzeyine daha dikkatle bakıyordum. Belki aradığım cevabı orada bulabilirmişim gibi…
Hiç sıcak değildi burası. Korunaklı havasından yoksundu. Bir el değmişti evime. Kötü bir şey baştan aşağı istila etmişti duvarlarını. Elimden kayıp gidiyordu bana ait olanlar. Bana ait olan şeyleri toplasam bir elimin parmağını bile geçmezdi.
Bir an için İn tekrardan gözlerimin önünde izinsizce belirdi.
O korkunç karanlığın içinde yol alırken gördüklerim, duyduklarım, hissettiklerim zihnime hücum ediyordu. Aklımdaki sorulara cevap veren görüntüler... Geçmişten gelen ve yaşanmışlıkları izlettiren bir ekran gibiydi karanlık. Nutkum tutuldu. Yaşadığım şeyin Sorgu denen bir ritüel olduğunu söylemişti sesler. Korkmamamı, kendimi onların ellerine bırakmamı fısıldamışlardı. Bana dünyanın felaketlerini göstermişlerdi. Karanlık bir perdenin üzerinde oynatılan bir korku filmi gibiydi sahneler. Acı çeken insanlar, hayvanlar, bitkiler... Hayal sandığım şeyler gerçekti. İn bir tür korunaktı. Yerin altı ile üstünü bağlayan bir geçit.
Dünyayı, insanlığın var oluşundan beri koruduğunu ve düzeni sağladığını iddia eden tuhaf yaratıkların tam üstünde oturuyorduk. En komiği ise dünya sadece bizim sanıyorduk. BİZİM.
Diğer dünyalar, galaksiler, diğer zavallı insancıklar...
“Artık düşünmek istemiyorum”
Dayanamıyordum kafamın içindekilere.
Kendi kuzenlerini yok eden Homo Sapiens dünyada hiç yalnız olmamıştı.
Bambaşka bir canlı türü sessizce paylaşmıştı topraklarını. Kimilerimiz onların çocuklarıydı. Yarı insan yarı canavar. Gerçi insanlığın ne kadar insan kalmayı başardığından emin değilim. Yani canavarlık sıfatını tek başına onlara devretmem, taraf tutmak olur.
Ürpertim beni kendime getirdi. Açık kalmış pencerenin uçuşturduğu tüllere bakarken titredim. Ama beni üşüten rüzgar değil, yatağımın ucunda duran ve az önce orada olmadığına bildiğim uzun siluetti. Doğrulup oturdum.
O ise geriye doğru bir adım attı. Kıyafetlerinde bir değişiklik yoktu. Siyah düz bir tişört, eski siyah bir kot pantolon. Beni süzdü, onu süzdüğüm gibi.
"Sen.." dedim. Ardından başımı iki yana sallayarak "..hayır, siz bana ne yaptınız böyle? Ne istiyorsunuz benden? Tüm bu olanlar neyin nesi? Ne tür bir belaya bulaştım ben?”
"Teorik olarak başın doğduğundan beri belada Asya. Sen bir melezsin ve her melez İn’e aittir. Yaşamak istiyorsa İn’e dönmesi ve kurallara uyarak Sorgu zincirini tamamlaması gerekir. İyi ve kötü, geçmiş ve gelecek bedeninde bir düzen tutmaya, bir köprü kurmaya çalışır. Köprünün ayakları sağlam değil ise sonu sadece yıkımdır. Lafın kısası bugün Sorgu'ya girmemiş olsaydın en fazla bir hafta içinde ölmüş olacaktın"
Gözlerim fal taşı gibi oldu. Dediklerini kulakları duyuyor muydu? “Doğruyu söylemiyorsun" dedim öfkeyle. "Sorgu'ya girip de ölen bir çok insan vardı!" Bedenleri cansız bir biçimde etrafıma yığıldığını çok çok iyi hatırlıyordum.
Omuz silkti.
Omuz.
Silkti.
"Böyle şeyler hep olur. Darwin’in teorisini bilirsin. Ancak en iyi olan yaşamaya devam eder. İki taraf yeteri kadar dengede değilse melezlerin ikinci bir şansı olmaz"
Ona şok olmuş gözlerle baktığımı görünce konuşmaya devam etti. "Kurallar bunu gerektiriyor. Orada ki her insan seninle aynı kaderi paylaşıyordu" Çok kolaymış gibi anlatıyordu her şeyi. Ama ben hepsinin benimle aynı kaderi paylaşmadığını görmüştüm. Onlar gibi ölebilirdim bende.
Bir dakika?
Onlarca insanın öldüğünü biliyordum ama buna rağmen acı hissetmiyordum. Hatta onunla konuşana kadar hesap sorma, öfkelenme gereği bile hissetmemiştim. O görüntüleri hatırladıkça çığlık atıyor olmam gerekirdi. Histeri nöbetlerine falan girmeliydim. Ölesiye korkmalı, odadan kaçmalıydım.
Ama…
Sakindim. Yüzlerce ölüm görmüş bir asker gibi soğukkanlıydım. Farkına vardığım şeyin verdiği şaşkınlıkla ona bakakaldım. Yüzümün nasıl bir hal aldığını bilmiyorum ama sessizce büyüyen sorularımı duymuş gibiydi.
"Sana söyledim. Sorgudan sonra insani olan duygularla ve insanlarla olan bağın zayıflar en sonunda ise kopar. Bu doğal bir sirkülasyon. İnsanlarla uyum içinde olmak için yaratılmadık. Onlar için endişelenmek bizim işimiz değil." Buz gibiydi sesi.
"Bu kadar çabuk mu?" İnsani olan şeylerin beni bu denli hızla terk etmesi korkutucuydu.
“Ne kadar çabuk o kadar iyi. Süreç uzadıkça adapte olman zorlaşır. Bu yüzden her şeyi oluruna bırakmalısın. Düşündükçe ve soru sordukça, işleri içinden çıkılmaz bir hale getirirsin”
Başka bir şeye dönüşüyor olmak öyle sakin sakin bekleyebileceğim bir TV dizisi falan değildi. Kendi kendimi öldürüyordum. Bunun neresi mantıklıydı?
“Artık İn'in kurallarına istesen de istemesen de uymalısın” dedi.
Evren her zaman benimle kafa bulur, en imkansız gibi gözüken olasılıkları üzerimde denerdi. “Sonuçta ikimizde ölmek istemediğini biliyoruz" dedi.
Onu görmek istemiyordum! İn denen yerle alakalı hiçbir şey duymak istemiyordum. “Odamdan defol” derken sanki konuşan ben değildim. Sesim kendime bile yabancı gelmişti.
Omuzlarını silkip “Bana uyar” dedi. Ardından dönüp kapıya yürürken ekledi. “Bu arada..ne kadar çabuk insani yanın ölürse o kadar çabuk kurtulursun benden. Unutma”
İlk önce bazı şeyleri hazmetmeli kendime düşünmek için zaman vermeliydim. “..ve..” dedi kapı ağzında dururken. Kolunu kapıya dayayıp bana doğru dönmüştü.
“..hemen aşağıda olacağım”
“Gitmiyor musun? Sana gitmeni söyledim!” Kaşlarını çattığını görmesem de hissetmiştim.
“Öncelikle bana gitmemi değil defolmamı söyledin. Ayrıca odandan defettin geri kalanından değil. Ve sen bir şey söylemeden ekleyeyim, sana bakıcılık yapmak zorundayım. Etrafında olmak ZORUNDAYIM. Bu bir görev ve buna bayıldığımı söyleyemem” dedi ve gitti. Şaşkın şaşkın bıraktığı boşluğa baktım. Ben bayılıyordum çünkü! Hobilerimin arasında her gün katillerler konuşup ucubelerle takılmak varmış gibi mi duruyordu!
Kaçak 1. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 2. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 3. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 4. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 5. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 6. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 7. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 8. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 9. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 10. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 11. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 12. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 13. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 14. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 15. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 16. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 17. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 18. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 19. Bölüm - Okumak için Tıkla
Kaçak 20. Bölüm - Okumak için Tıkla
0 Yorumlar