Advertisement

Kaçak E Kitap 10. Bölüm - Pazar Yeri

 


10.BÖLÜM

Pazar Yeri


Bahçedeki kırık dökük bankın üzerinde halsizce oturuyordum. Perçem’in meraklı bakışları, yüzümde gezinip duruyor, sormak isteyip soramadığı şeyler gözlerinden dışarı taşıyordu. 

“Sen eve üç gün gelmeyince karakola bildirdim, kayıp listesine eklediklerini söylediler. Ama evine bile bakmaya gelmediler. Neyse ki buradasın” dedi en sonunda. Benim bir karşılık vermediğimi görünce biraz da çekingen bir tavırla devam etti. “Bu kadar zaman neredeydin? Daha önce hiç böyle yapmamıştın”

Sahi neredeydim? İn’e son gidişimde kendi bedenimi cansız bir şekilde yerde yatarken görmüştüm. Sonrasında bayılmış olmalıyım, yarı ölü bir vaziyette yatağımda uyanmıştım. Yaklaşık 2 gündür Balıkçı’yı görmemen dışında hayatımda tek bir olumlu gelişme olmamıştı. Çok yorgun hissediyordum, o kadar ki Perçem’i sakinleştirmek için kalan son gücümü kullanıyordum.

Şu birkaç gün içinde olup bitenleri kelimelere döktüğüm ilk an eminim ki deli olmakla yaftalanacaktım. Delirmiş bu, aklı pek yerinde sayılmaz demeleri öngörülebilir bir son olurdu. 

“Şehre gittim, birkaç çocukluk arkadaşımla görüştüm” 

Perçem gözle görülür bir şaşkınlıkla “Şehir de tanıdık birileri mi var?” diye sordu. “Kıskandım” diye devam etti. “8 yıldır adadan dışarı adım atamadım, biliyorsun annem gereksiz..koruyucu olabiliyor” 

“Şehir merkezinin pek görülecek bir yanı kalmamış. Sahil teknecilerin kontrolü altında, açık bir iş yeri bulmak imkansız, bu yüzden çok bir şey kaybetmiş sayılmazsın” konuyu kapatmaya çalışıyordum ama adada izole olan diğer her insan gibi Perçem’de meraklanmıştı. 

“Bir sorun yok değil mi? Daha önce hiç gitmemiştin”

“Daha önce gitmek için çok zamanım olmamıştı, pazardakiler eldeki tüm ürünü satınca bana da fırsat oldu” Başını aşağı yukarı salladı. İri gözleri anlıyorum dercesine kapanırken “Hala eylemler devam ediyor mu?” diye fısıldadı.

Şehir merkezinde oldukça uzun yıllardır, diğer ülkelerde de var olduğu gibi karışıklıklar mevcuttu. Sınırları kaldırmak isteyenler, milliyetçiler, iktidarcılar, muhalefettekiler, sağcılar, solcular derken her görüş birbirine girmiş haldeydi. Kolluk kuvvetleri içerisinde de bu görüşlerin destekçileri ve karşıtlarının yer alması düzensizliği gitgide arttırmıştı. Şanslıysanız basılı bir gazete bulabilir ve olup biteni detaylarıyla takip edebilirdiniz, değilseniz adada iki noktada bulunan led ekranlarda günün 3 vakti yayınlanan dünya haberlerini izleyebilirsiniz. 

Doğru haber almak İçin kaynakları çok kısıtlıydı. Kulaktan kulağa oyunu gibi birinden duyduğunuz haberlere güvenmek zorunda kalıyordunuz. İnternet erişimi dünya genelinde kısıtlandığı için yüzyıl öncesine geri dönen bir iletişim ağı ile ayakta kalmaya çalışıyorduk. İnsanlar sudan çıkmış balıklara dönmüştü. İlk başta onlara kolaylıkla sunulan hizmetler geri alındığında deliye döndüler. Delilik bir süre sonra öfkeyi biraz sonra kabullenişi getirdi. Kabullenişle beraber varolanlar ile yetinmeyi tekrardan öğrenmeye başladı. Karşı duramadığınız gücü boyun eğmeniz bir kurtuluş değil asıl köleliğin başlangıcıdır. Hiçbirimiz köle olduğumuzu kabul etmiyorduk ama bacaklarımıza vurulan prangaları saklamakta üstümüze yoktu. 

O yüzden bir yalan söylersiniz tıpkı şu anda benim Perçem’e yaptığım gibi doğruluğunu öğrenmek için sizi stolklayamayacak ve sözüne sadece sözünüze inanmak zorunda kalacaktır. Şehir merkezini 7 yıldır görmemiştim ama bunu benden başka kimse bilmiyordu. 

“Aralıkla devam ettiklerini duydum, konakladığım ev sahilden ziyade şehir dışında olduğu için arkadaşlarım olaylardan pek haberdar değiller”

“Anladım, belki de olaylar eskisinden daha az şiddetlidir. Adaya yeni birilerinin daha geldiği duydum” 

Yine mi?

“Ne zaman?”

“Dün akşam” dedi. “Evde olmaman o yüzden korkuttu beni” diye ekledi. Evet telaşesi şimdi anlaşılmıştı. 

Ada sakinleri arasında bilenen tatsız bir gerçek vardır. Eğer ki adaya yeni birileri gelmişse adadan birileri gitmiştir. Tanımadığınız birileri yeni komşunuz olabilir ve eski komşularınız buharlaşan su gibi ortadan kaybolabilir. Daha da kötüsü buharlaşan siz olabilirsiniz. 

“Kim gitti?” derken buldum kendimi. “Henüz bilmiyorum, annem bugün pazar yerinde belli olacağını söylüyor. Bilirsin pazara alışveriş yapmasan bile uğrarsın” 

İnsanları sosyalleşmek adına yapabildiği birkaç şeyden birisi salı günleri pazar yerine inip etrafı ve ada sakinlerini kolaçan etmekti. Bu sayede komşularında bir eksilme var mı yok mu kontrol edebiliyorlardı. 

“Ben artık gideyim” dedi kısa süreli sessizliği bölerek. “Anneme döndüğünü haber vereyim, oda senin için endişeliydi” 

“Dikkat et” dedim. Dalgalı saçları tarafından sarılan nispeten ufak yüzünde hafif bir gülümsemeyle el sallayıp adanın göbeğine inen toprak yola girdi. Perçem’i beş senedir tanıyordum. Sol ayağı çocukken geçirdiği bir kazadan dolayı aksıyor, kahverengi gözleri içinde bulunduğu tüm koşullara rağmen ışıldıyordu. Benden bir yaş küçüktü ve adada konuşabildiğim birkaç kişiden birisiydi. 

İnsanlar birbirleri ile çok belirgin ve basit konular hakkında konuşmayı tercih ediyordu. Sır vermekten uzak, sıkı ilişkilerden ziyade mesafelerle koruyorlardı kendilerini. Birbirimizden korkuyorduk. Güvensizlik yüzyılın en doruk noktasındaydı. İnsanlar sahip oldukları herhangi bir şeyi kaybetmeye her an çok yakındı.

Derin bir nefes alıp banktan kalktım. İn’den döndüğüm iki günün üçte ikisini uyuyarak geçirmemden kaynaklı zaman çok hızlı ilerliyormuş hissine kapılıyordum. Perçem sanki az önce değil de birkaç gündür gitmişti. Tekrardan uyumak istiyordum. Uykularım son derece canlı kabuslarla doluydu. İn’de şu kapı dedikleri şeyin içinde gördüklerim tekrar tekrar canlanıyordu. 

“Ne yapıyorsun?” 

“Ne?” dedim yerimden sıçrayarak, ses hemen birkaç adım ileriden gelmişti. Veranda korkuluklarına yaslanan Balıkçı korkaklığımla dalga geçercesine tekrar etti. “Ne yapıyorsun?”

Üzerindeki kıyafetler hiç değişmiyordu. Yıpranmış, siyahtan çok koyu griye dönmüş bir tişört, siyah bir pantolon ve yine siyah bir spor ayakkabı. “Geri mi gitmem gerekiyor?” dedim çaresizce. 

“Burada yapacak daha iyi işlerin mi var?” dedi aşağılayan bir imayla. 

“Bir işim var” dedim. “Bitki yetiştiriyorum, bitkilerin ayakları olmadığı için onları belli aralıklarla sulamalı, topraklarını havalandırmalı, güneş alma açılarını ayarlamalı ve oda ısısını dengelemeliyim”

“Ne iş yaptığını biliyorum, ama bundan sonra bu işi yapamazsın” dedi.

“Anlamadım” dedim sesim sinirlerim gibi incelmişti. “Neden?”

“Sorgudan sonrasında sadece İn için çalışman gerektiğini söylemiştim. Bu süreçten sonra hayatta kalmanı sağlayan Ruh’lara bağlılık ve minnet göstermeli ve hizmetini sunmalısın. İn’in vereceği görevler için eğitilmelisin ve eğitim sürecin bir bitki sulamak kadar basit değil” 

“Söylediğin şeyleri aklın alıyor mu?” dedim çaresizce. “Sıradan bir insanın hayatına girip her şeyi böylesine alt üst etme hakkını size kim verdi! Kölelikten haz ediyor olsaydım kaçıp buraya kadar gelmezdim!” 

“Kimse köle olmanı beklemiyor Asya, sana sunulan ve sunulacak olanlara bir karşılık vermen isteniyor. Eğer ki hayatından daha değerli bir şeye sahipsen İn’e sunabilirsin. Gerçekten paha biçilemez bir şeyse hizmetine karşılık kabul edilecektir” 

“Olmadığını biliyorsun!” dedim çaresizlik içinde, ellerim yumruk halindeydi. Ne çok param ne de o kadar değerli bir eşyam vardı. 

“O zaman adil bir anlaşma olduğunu kabul etmeli ve bundan sonrası için sadece sana söylenenleri yapmalısın” 

Başka bir seçenek var mıydı? Hayatta kalmak için Ada’ya kaçmış, köle gibi yaşamaktansa açlıktan ölmeyi göze almıştım ama geldiğim şu nokta beni en başa geri götürmüştü.

“Bugün pazara uğrayacağıma dair Perçem’e söz verdim”

“Tutmazsın olur biter”

“Lütfen” dedim işe yaramasını umarak. Bir süre daha dinlenmeyi umuyordum. Beceriksizce birazcık daha zaman koparmaya çalışıyordum. Balıkçı yaslandığı korkuluktan doğrularak gözlerime dikti gözlerini. Gözbebekleri normaldi. Sesi son derece stabil ve beklenmedik bir biçimde sakindi.

“Yarın için tekrar geleceğim” dedi ve sanki bir toz bulutuymuş gibi esen rüzgar beraber etrafa savruldu bedeni. Dumanlar boş verandaya sönen bir ateş gibi asılı kalırken olduğum yere çöktüm. Buna alışmak neden bu kadar zordu!


****


Pazar yerinde ciddi bir gerginlik söz konusuydu. Perçem’in bahsettiği yeni misafirler henüz ortalıkta gözükmüyor, fakat ada merkezindeki iki katlı beyaz evden hayata dair hiç bir belirti yoktu. Kimsede eve gidip neler olup bittiğini görme niyetinde değildi. 

Pazarda mallarını benden alan birkaç tezgah vardı. Ama evdeki bitkilerin çoğunluğu kurtaramayacağım bir hale gelmiş, bu hafta için pazarda satacak kadar bir hasata sahip değildim. O yüzden pazara sadece seyretmeye inmiştik.

“Sence neden kimse dışarı çıkmıyor?” diye sordu Perçem. Annesine yardım için tezgahı toplu tutuyordu. Birkaç domatesi tıpkı bir pırlantayı partlatır gibi nazikçe silerken “Çok tuhaf” dedim. “Daha önce bu denli ortalıkta görülmediği olmamıştı” 

“Evet, gece giren çıkan var mı diye yakındaki birkaç ev nöbet tutmuş ama ne giren olmuş ne çıkan” 

“Belki de kimse gelmemiştir” dedim, “Belki de Elena Hanım sadece ölmüştür” 

Şaşkınlık Perçem’in yüzünde aniden belirmişti. “O zaman..” dedi, “birileri gelmeye cesaret etmediği için orada öylece çürüyor. Anneme haber vereceğim hemen” daha ben dur demeden gözden kaybolmuştu. Eminim benden önce bu olasılığa düşünen birileri elbet olmuştu. Sadece kimse bir başkasının işine dahil olmak istemiyor, kolluk kuvvetleri, cesetler ve resmi işler bütününden uzakta durmayı tercih ediyordu.

Kurallar gereği tek yaşayan biriyseniz bildirim yapmadan evinizi terk edemezdiniz. Ettiniz diyelim bu durumda adınıza bir kayıp emri çıkarılır ise gidebileceğiniz yerler bir ay gibi bir süre içerisinde belli sürelerle kontrol edilirdi. Herhangi bir kontrol noktasında ya da CCTV kayıtlarında tespit edilmezseniz devlet tarafından ölü olarak kabul edilirdiniz. Diğer bir seçenek ise gerçekten ölü olmanızla alakalıydı. Örneğin çok yaşlı bireyler için bu sık karşılaşılan bir durumdu. Evinize gelen ekip sizi ya ölü olarak bulur ve cenaze işlemlerinizi yapar ya da sizi bulamayıp evi hükümete devrederdi. 

Eve doğru yürürken buldum kendimi. İçten içe kendi sonumu görür gibiydim. Tek başıma ölecektim ve kolluk kuvvetleri gelip cesedimi bulana kadar çoktan çürümeye başlayacaktım. Etrafta birkaç meraklı bakış altında evin kapısını çaldım. 

Bir kez, iki kez, üç kez. 

Ses yükselmiyordu. 

Bahçe kapısının açık olup olmadığını denemek için evin arkasına doğru yürüdüm. Mutfak penceresi yarı aralıktı. İçimdeki kötü his giderek büyürken yavaşça ayaklarımın üzerinde yükselip içeri göz attım. 

Görünürde kimse yoktu. Ama nedenini bilmediğim bir ürperti tenimin üzerini kaplıyor üşümeme neden oluyordu. Bir ses duyma ihtiyacı ile “Elena Hanım” diye seslendim. Ama karşılık yoktu. “Kimse var mı?” Yine mutlak sessizlik. 

Kollarımdan güç alarak kendimi pencereden içeri doğru iteledim. Ayaklarımı çürümüş dış cepheye dayayarak mutfaktan içeri girdim. Etraf normal gözüküyordu bir yağma ya da hırsızlık benzeri bir şey olabilir mi diye içeri ilerleyecekken Perçem’in sesini duydum. Bana sesleniyordu. 

“Burdayım” dedim, annesi ve o bahçeden girerken mutfak kapısını açıp içeri doğru ilerledim. Her şey yerli yerindeydi. Bir şey dışında. Bir beden yerde boylu boyunca uzanıyordu. İçeride hafif bir çürüme kokusu eşliğinde cızırtılı bir radyo sesi vardı. 

Bir şey daha fark ettim. Salonun girişine devrilmiş olan ufak tefek ve hafif toplu bedenin başında duruyordu. Siyah bir bulut gibi, tıpkı bir gölge gibi oradaydı. Cisimsiz bir şey hatta dikkat etmeseniz göremeyeceğiniz bir şey.

Perçem cesedi görünce korkuyla geriye doğru sıçradı ve o şey her neyse bu sesten rahatsız olmuş gibi kıpırdandı.

Perçemin annesi arkadan hızla, “Ölmüş mü?” diye sormuş ve son süratle cesede doğru hareket etmişti, o şeyin ne olduğunu bilmesem bile tenimin ürpermesinin sebebi o olduğunu anlamıştım. Nazan ablayı durdurmak istedim ama gecikmiştim karartı kıpırdandı toparlandı ve dikildiğimiz çıkışa uçan bir balon gibi süzülerek hareket etti. Baştan aşağı titredim. Buz gibi bir ürperti tüylerimi diken diken etmişti. 

“Neydi o öyle!”

“Ne neydi?” dedi Perçem. O esnada Nazan Abla Elena Hanım’ın başucuna ulaşmıştı “Görmedin mi?” dedim çaresizce. 

“Neyi Asya? Ne gördün?”

Sahi Asya ne görmüştün?


Kaçak 1. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 2. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 3. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 4. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 5. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 6. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 7. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 8. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 9. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 10. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 11. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 12. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 13. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 14. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 15. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 16. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 17. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 18. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 19. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 20. Bölüm - Okumak için Tıkla


Yorum Gönder

0 Yorumlar