Advertisement

Kaçak E Kitap 13. Bölüm - Körlük

 

Körlük


Olduğum yerde donup kalmış gibiydim oysa yürümeye devam ediyor, yanımdaki gözcü ile eve geri dönüyordum. Ayaklarım tıpkı zihnim gibi bağımsızlığını ilan etmişti. Perçem senin yüzünden öldü. Bu gerçeğin içinde kısılıp kaldım.

“Kuluçka ölürken ailesi ödüllendirilir, belliki kıymet verdiğiniz birisiymiş ama bu ailesi tarafından ona biçilen bir kader. Sizin suçunuz değil” 

“Neden gülüyorsunuz?”

Gülüyor muyum?

Ne hissettiğimin ya da ne yaptığımın farkında değilim. Tüm hayatım boyunca sadece bir kez arkadaş edinebilmiştim ve görüşüne göre bu öylesine bir tanışma değildi. Arkadaşı olduğumu sandığım kişi benim yüzünden öldürülmüştü, acı çektiği her halinden belli olan, son anında beni çağırmış sanki kendisine ne olduğunu benim yüzünden başına ne geldiğini görmemi istemişti. Gülmeli mi ağlamalı mıydım? Ne düşünmem gerektiğini çözemiyorum, insani değerler ile yer altındaki kurallar birbirine çok zıttı. 

Kahkaham en sonunda boğazımı düğümleyen hıçkırıklara dönüşmüştü. Yanımdaki beden öylece neler olup bittiğini izlerken “Bunun için yetiştiriliyorlar, onları bir tür çiftlik hayvanı gibi düşünebilirsiniz” dedi. Kanımı donduran bir cümleydi bu. Onlar sadece çiftlik hayvanı. Her canlının bir yaşama hakkı vardı!  

“Bunun için çiftlikleriniz var yani” derken buldum kendimi.

“Kuluçka merkezleri İnsanlar ve İndekiler için oldukça önemli bir yere sahiptir” 

İnsanların yetiştirilip sonrasında da ölümle ödüllendirildikleri merkezler? Ne diyebilirim ki? “Perçemi 5 senedir tanıyorum, bahsettiğiniz şekilde yetiştiriliyor ise annesiyle bir adada ne işi olabilir?” 

“Gerçek annesi olamaz” dedi. Kaç kez şaşırabilirdi bir insan? 

“Aileler, ölecek kişiyi seçer ve henüz bir bebekken Kulukça merkezine teslim edilir, bundan sonraki süreçte ise melezler ve kuluçkalar beraber yaşar. Belli bir yaştan sonra Kuluçka’nın yanına İn tarafından görevlendirilmiş görevliler verilir. Kimisi aile üyesi gibi bir rol üstlenirken kimisi sadece uzaktan izleyerek, zamanın gelmesini bekler”

“Ve tüm bunlar olup biterken Kulukça olarak adlandırdığın o insan öleceğini günü bilmeden bir yalanın içinde yaşar öyle mi?”

“Durumu dramatikleştirmenize gerek yok, bu çıkara dayalı bir anlaşma”

“Kimin çıkarına? Ölecek kişinin çıkarına olmadığı kesin!” dedim dehşetle.

“Dünyanın dört bir yanına dağılmış bir sistemden bahsediyoruz, bunu kabul edip devam ettiren insanların sayısı oldukça fazla”

Perçem bu insanlardan sadece birisiydi. 

“Ada, melezlerin güvenli bir biçimde büyümeleri için uygun yerlerden sadece birisi. Genelde ada sakinleri arasına yerleştirilen kuluçkaların kaybolmasıyla kimse ilgilenmez. Ordayken kimseden korkmanız gerekmez, yeniden doğmak için en uygun lokasyonlardan birisindesiniz” Sapkın düşüncelerine sadece kendi sorularımı sorabilmek adına katlanıyordum. 

“Kuluçkalar adaya nasıl yerleştiriliyor?” dedim zaten cevabını kavramışken. Onun ağzından duymaya ve teyit etmeye ihtiyacım vardı. 

“Bu çok sık yaşanmaz, belli aralıkları vardır, hayatta kalan melezler Sorgu’dan çıkmayı başardıkları durumda, kendi soyu ile işaretlenmiş kuluçka için ölüm kararı verilir. Kan üzerine kurulu bir yemin olduğu için iki tarafın tek yönlü bozması imkansızdır, birinden biri ölene kadar bağ varlığını devam ettirir. Kuluçka ölüme kavuştuğunda, ailedeki ölüm hakkı sonraki kuşağa geçer” 

Kanım donmuştu. Ada sakinlerinin neden belli aralıklarla ortadan yok olduklarını anlamıştım. Neden kolluk kuvvetlerinin kaybolanları aramadığını, ölü bulunanları ise faili meçhul kaldığını biliyordum artık. Ama bu ferahlamama değil, tüm ağırlığın sırtıma çökmesine neden olmuştu. 

“Bunları neden şimdi öğreniyorum?” dedim öfke patlaması denen şeyin kıyısında yüzüyorken.

Neredeyse İn’in çıkışına varmıştık. Başını gümüşi ışıklar saçan çıkışa dikmiş sakin bir tavırla konuşuyordu. Günlük şeylerden bahsediyordu kendince. Benim zihnimde olup biten kaostan bihaberdi. 

“Hayat çizginizden gördüğüm kadarıyla bir aileniz yok” dedi. “Ailesi olmayanlar genelde dışlanır ve tek başına hayatta kalmaya çalışır. Sürüsü tarafından dışlanan hayvanlara ne olur bilirsiniz. Çoğu devam edecek gücü bulamaz ve ormanın bir köşesinden gözlerden uzak bir yerde ölüp gider. Hayatta kaldığınız için şanslısınız. Yalnızken, bilgi verecek bir aile büyüğüne sahip olmadığınız için her şeyi bir anda öğrenmek zorunda kalırsınız ki çoğu Sorgu’dan sağ çıkamaz. Kendileri ile alakalı gerçekleri öğrenmeleriyle beraber ölmeleri bir olur. Bu yüzden sizin gibiler için pek umut ışığı yoktur. Zaman kaybı olarak görülürsünüz. Sağ kalmayı başarmanız durumunda hak ettiğiniz değeri görmeye başlarsınız. Bunu şahsi algılamayın lütfen, İn boşa yatırım yapmayı sevmez.” 

Kapıdan çıktık. Yeniden mezarlıktaydık. Kapı beni Perçem’in mezarına getirmişti bir kez daha. Birkaç adım ötemdeki hala toprağı ıslak olan kız çocuğu korkunç bir sistem yüzünden öldürülmüştü. Bu bir cinayetti. Başka bir isim takılarak bunu değiştirmek mümkün değildi.

“Çabuk dönmüşsün” dedi Balıkçı. Mezarlık girişinde duruyordu. Başımı çevirip bana tatsız gerçekleri sunan gözcüye bakmak istedim ama yalnızdım. Çoktan İn’e geri dönmüştü. “Öğrendiğin şeyler pek hoşuna gitmemiş” diye ekledi. 

“Gidicek şeyler değildi,” dedim. 

Gözleri Perçem’in mezarına döndü. 

“Bu yüzden bir şey söylemedin” dedim. “Perçem’e ne olduğunu bildiğin ve İn’e geri dönmeyeceğimi düşündüğün için”

“Evet” dedi sakin bir sesle. “İn’e gitmezdin ve Hayat çemberi tamamlanmadığı için sende ölür,  Göl’deki delilerden birine dönüşürdün. İnan bana Asya bu sonun ne sana ne de Perçem’e bir faydası dokunurdu”

“Peki” dedim “bunu arzuladığımı nereden çıkardın?” çaresizce Perçem’in mezarına dikilen küçük odun parçasını gösteriyordum. İsmi ve ölüm tarihi yüzüme tokat gibi çarparken “kaç insanın daha başına geldi bu? Kaç kişi ardında hiç iz bırakmadan öldürüldü?” diye sordum. 

“Her gün kaç insana araba çarpıyor? Sel kaç kişiyi boğuyor, salgınlar ne kadar insanı etkiliyor, terör saldırılarında kaç kişi katlediliyor? Bunların cevabını bilmiyorsun ama tüm bu ölümlerden daha az olduğunu söyleyebilirim” diye cevapladı.

Başımı sağa ve sola doğru yavaşça çevirdim. “Tüm bu söylediklerin sizi daha az suçlu yapmaz”

“Bu durumda insanları hala günahsız olarak görüyorsun?” Evet dercesine başımı eğdim.

“Bu ailelerden çocuklarını zorla mı alıyoruz dersin?” Gözlerindeki o ifade bir bıçak gibi keskindi. “Hayır” dedi kısık bir tonla. “…kendileri onları almamız için sıraya giriyor, yalvarıyorlar. Güç için, para için, mevki makam ve daha fazlası için…” yüzünde tüylerimi diken diken eden bir gülümsemeyle devam etti. “Kutsanmak istiyorlar, saf bir hayata karşılık, kendi karanlık hayallerinin kutsanmasını istiyorlar. Arzuladıkları her şeye sahip oluyorlar. Ama çocuğundan vazgeçen aile bir daha asla o yüzyıl boyunca çocuk sahibi olamıyor. Vazgeçtikleri şey, sahip olduklarını her şeyi yakıp yıkmaya başlıyor. Henüz yaşarken ölümün ne demek olduğunu öğreniyorlar. Kutsanacak bir hayatlarının kalmadığını anladıklarında iş işten geçmiş oluyor. Aileler kendi istekleri ile İn’in Kuluçka merkezleri için Kara Liste’ye giriyor. Her yüzyılda bir, bir yeni doğan İn’e sunuluyor. Ve bu böyle devam edip gidiyor. Şimdi bu durumda nasıl oluyor da bu günahın tek ortağı İn olabilir?”

Hikaye gitgide tatsızlaşırken derin bir nefes aldım. “Bu anlattıkların tüm insanları kötü yapmaz” Tekrar gülümsedi. Küçümseyen ve değersiz hissettiren bir manayla yüklüydü. 

“Ama bu geriye kalan insanların masum olduğu anlamına da gelmez. Dünya ölüyor Asya” dedi. “Tek bir canlı türü tarafından öldürülüyor, içindeki tüm canlılarla beraber yakılıp yıkılıp talan ediliyor ve iyiliğinden dem vurduğun bir avuç insan bu yıkımı durduracak güce sahip değil. Çünkü o çok iyi insanlar sadece susuyor. Susmak ile kötülük yapmak arasında bir fark var mıdır sanıyorsun? Eylemi gerçekleştiren ile eyleme göz yuman aynı günahın ortağıdır. O yüzden savunduğun şeye dikkat etmelisin. Özellikle de hep izleyen taraf olmuşsan"

Gözlerinde gördüğüm ben, susturmuştu beni. İzleyerek günahsız mı kalacağımı sanmıştım? Diğerlerinin masumluğunu, kendim için mi savunmuştum? Evet bende sadece izleyenlerden biriydim. Olup bitenleri merak etmeyen başına gelmeden sorgulamayan aynı acıyı yaşamadan empati kuramayan!

“Perçem nereden geldi?” dedim. “Hangi kuluçka merkezinden buraya kadar getirildi?” 

“Bunu kendine sormalısın” dedi. “Geçmişini unutmak için harcadığın çabayı hatırlamak için harcarsaydın belki çoktan bulmuş olurdun” 

Ne demekti bu şimdi? Bir karşılık veremeden evime giden yolu çıkmaya başladı. “Bir dakika” dedim geçmişimde unutmak istediğim şeylerin tek bir odak noktası vardı. “Koğuş” aklımda bu şekilde kalmıştı. “Melezler kuluçka merkezlerinde nasıl kalabilir?” dedim bu anlattıkları şeye uymuyordu! 

“Kimsesiz çocukların bir araya toplandığı merkezlerden bahsediyoruz Asya, fiziksel ve ruhsal durumları birbirinden gözle görülür bir biçimde farklı olan çocuklar bir araya getirilir. İçlerinden sağlıklı ve yaşama ihtimali daha yüksek olanlar Ada’ya terfi eder” Başını yavaşça benden tarafa çevirince şaşkınlıkla ona bakakaldım. 

”Tüm bunlar?” Bir kurmaca mıydı? Onun teknesinin Büyükada’ya gittiği gece, koğuştan kaçışım, o yaşlı kadının öldüğünü sanmam…

“Uyan da balığa gidelim Asya” dedi salaklığımı damarımdaki son kan damlasına kadar hissettiren bir ukalıkla. “Uyan artık, etrafında olup bitenler senden habersiz gerçekleşmiş olabilir. Ama sen sadece görmek istediğini gördün, kaçtın ve kendi yarattığın bir ŞİMDİ’de yaşıyorsun bu yüzden kimseyi suçlamamalısın çünkü geçmişe sünger çekmeyi ilk sen seçtin” 

Evet çünkü geçmişimde pek hatırlanmaya değer şeyler olmamıştı. Koğuşun kuluçka merkezi oluşu, Perçem’i adadan önce hiç hatırlamıyor oluşum, baştan sona her şeyin bir kurgu olması. Balıkçı’nın umursamaz yüz hatlarına bakarken ne kadar çok şeyi görmezden geldiğimle yüzleştim. 

Ben göz göre göre kör numarası yapmış ve en sonunda körlüğe alışmıştım!

Yorum Gönder

0 Yorumlar