Advertisement

Kaçak E Kitap 1.Bölüm İpteki Cambaz


İpteki Cambaz

Talmud, Bava Batra, Daf 16; 

Şeytan, kötü dürtüler ve ölüm meleği, aynı şahsiyetlerdir.



Büyük fabrikalar olduğunu söylemişti, şehirdekiler. Çok sayıda robot ve az sayıda insanın çalıştırıldığını, tüm tüketim malzemelerinin üretildiğini merkezler kurulmuştu. Yiyeceklerden ilaçlara, elektronik cihazlardan kıyafetlere kadar sonsuz bir liste çıkartılabilirdi.

Dünyanın üretmek için artık insana ihtiyacı yok. 

İhtiyaç duyduğu tek sektör tüketim. 

Tüketebileceğiniz sürece vardınız. Hayatta kalabilmek için para vermeli, harcamalı ve devletlere yaşamaya değer olduğunuzu ispatlamalıydınız. Tüketen bir kitlenin yanında işsiz ve yoksul bir başka yığın oluşuyordu. Görmezden gelinen ve kendi haline bırakılan.

Çoğunluğa göre standartlaşan bu düzen, bir veli nimetti. Onları hayatta tutan, yaşam malzemesi veren, sağlıklı kılan bir mekanizmaydı. İçinde bulundukları sistemin bir tür canavar oluşuyla ilgilenmiyorlardı. Bu düzen kötü bir alışkanlığın meyvesi gibiydi. Vazgeçmek için çok geç kalınmış, iyileşilecek eşik çoktan aşılmıştı.

Zihnimdeki düşünceler gibi karartmaktaydı gökyüzü. Teninizi yapış yapış yapan nem ile en az nefesiniz kadar ısıtan bir rüzgar hakimdi havaya. Pencereden gözüken asfalt yol yarı yarıya boşalsada hala hatırı sayılır bir insan trafiğinin ev sahibiydi.

Öylece geçip giden bu silüetlerin kimileri katil, kimileri hırsız, kimileri kaçak kimileri kaçakçıydı. Geride kalanlar ise sadece maktüldü. Her an kötü bir şey olabilme ihtimaline karşı diken üstündeydik. 

Kilidi tam olarak kapanmaya pencereye, boş verandaya ve en sonunda evin etrafını üç taraftan saran ormanlık alana baktım.

Bahçe kapısı yine açıktı. 

Belli ki yine istenmeyen bir misafir etrafı kolaçan etmişti. Kapıyı kapatmadan gitmiş miydi yoksa hala bahçede miydi? Etrafta bir hareket algılamadığım için oyumu ilk seçenekten yana kullanmayı tercih ettim. Hava tam olarak kararmadan önce kapıyı kapatmak için alt kata indim. 

Kurumuş otlar, eski püskü ayakkabılarımın altında hışırdıyor, sokakta artık tek tük kalan birkaç kişinin ayak seslerine karışıyordu. 

Bahçe çitlerine bitişik büyük raylı bir kapı vardı. Ray paslandığı ve bakım yapılmadığı için kapıyı yerine çekmek baya güç gerektiriyordu. Pastan dökülen yüzeyine asılıp kendime doğru çektim. Uzun süredir yağlanmadığı için gıcırdıyordu. Ama gıcırtının dışında bir ses daha yükselmişti. O an diken üstünde olmasam sesi duymam pek mümkün olmazdı.

Korkuluğa tünemiş bir karga benden daha iyi olan sezgileriyle sessizliğini bozup kulak acıtan bir çığlık attı. Korkuyla yerimden sıçradım ve o zaman gördüm.

Hızla üzerime gelmekte olan bir karartı vardı. O kadar hızlıydı ki kuş olduğunu son anda seçebilmiştim. Başımın bir kaç santim ötesinden rüzgâr gibi esip geçti ve bu, uğursuz bir senfoninin başlangıç notası oldu!

Kuşlar her tonda şakıyıp, çeşit çeşit dillerde konuşmaya başladı. Bir belgesel sahnesini andırıyordu. Tıpkı bir yırtıcı saldırısından hemen öncesindeki gibi uyarı çığlıkları yükseliyor ve canlı olan her şey kaçışıyordu. Ormandan yükselen yoğun ses dalgalarından sakınmam mümkün değildi. 

Baykuşların boğuk homurtular,

Kargaların çığlıkları, 

Serçelerin cıvıltıdan uzak sesleri, 

Ve daha onlarcası... 

Etrafta bu kadar hayvan olabileceğinden haberdar bile değildim.

Ruhuma ulaşan karanlık bir hisle izlenildiğime dair uyarıldım. Göz bebeklerim çaprazımda, ormanın girişinde duran bir çalıya takıldı. Bütün duyu organlarım, gördüğüm şeye odaklanmıştı. Eğer ileri derece miyop değilsem -ki değildim- orada bir şey vardı. Hafifçe öne eğilmiş ve saldırı pozisyonunu almış, vahşi bir şeydi. Bir hayvana benziyordu. Ama bilinçaltım, onun bir hayvan olduğu fikrine bir an bile inanmadı.

Ağzımın içindeki safra tadı yoğunlaştığında, o şeyin bana doğru atıldığını gördüm. Yaslanmış olduğu ağacın geniş gövdesinden bir ok gibi fırladı. Hareket, yanı başında patlayan bir silah etkisi yapmıştı. Çığlık ses tellerimi yararak çıktı ve ben daha akıl etmemişken, adalelerim eve doğru hareketlendi. 

İki yüz kilometre hızla giden bir trendim. Bir elin omzuma değdi sandım! Hızla silkindim ve tren rayından fırlayıp parçalarına ayrıldı. 

Koş! dedim kendi kendime. Sakın arkana bakma ve koş!

Verandanın basamağına ilk adımımı attığımda berbat bir çarpma sesi duydum. Sanki gerçekten bir tren varmış da tüm süratiyle bir duvara çarpmıştı. Verandayı uçarcasına geçip açık kapıdan içeri attım kendimi. Kapıyı süratle gerisin geri örtmemim hemen ardından koridoru soluk soluğa geçip mutfağa koşmuştum. Mutfak dolabının üzerinde duran sabit hatlı telefona bir umut uzandım. Bir çağrı bırakabilirsem belki bir dönüş alabilirdim.

195’i tuşladım. 

Birincil derecede tehlike: Cinayete teşebbüs, taciz-tecavüz, silahlı yaralanma. 

Ancak bu durumlardan birindeyseniz bu numaraya ait çağrıyı bırakabilirsiniz. Aksi bir durumdayken bu çağrıyı kullanmanızın ağır yaptırımları olurdu. Tabi bir güvenlik birimi sizi fark eder ve çağrınıza zamanında dönüş yapar ise.

Şu an tek dileğim içlerinden birinin adresime yakında olmasıydı. 

Diğer yandan kulağım sürekli dışarıda, en ufak sese karşı tüm duyularımı odaklamıştım.

Titreyen diz kapakları, ağlamaya hazır gözler, diken diken olmuş tüylerden ibarettim. "Sakin ol" dedim kendi kendime. Alt katın tüm pencelerini her ihtimale karşı tahtalarla kapattığım için etrafı gözetlemem pek mümkün değildi.

En iyisi seçenek yukarı çıkıp odadan bahçeye hızlıca göz gezdirmekti. Etrafta gezinen biri görünmüyordu. Mutlak bir sessizlik içinde nefes alıp veren tek canlı bendim. 

Ormanlık alanda kimse yoktu. Bahçe kapısı, kaçarken bıraktığım gibi yarı aralıktı. 

Parmaklarımı saçlarıma geçirip diplerine masaj yapmaya çalıştım. Oysa bir yanım onları çekip koparmak istiyordu. Arada sırada son derece gerçekçi kabuslardan uyanır, bazen sesler duyar, gördüğümü iddia etsem de gerçekte olmayan şeyleri gösterirdim. Tıpkı az önce olduğu gibi... 

Çocukken, geceleri hep bir şeyin adımı fısıldadığını söylerdim. Ama koğuştaki diğer herkes bana gülüp, sadece rüzgar uğultusu derdi. Haklıydılar! Dikkat kesildiğimde duyduğum şeyin, rüzgarın uğursuz nefes alışları olduğunu anlamış ve alışmıştım. Şimdi, hiçbir ses o kadar masum gelmiyordu kulağıma. 

İçinde yaşamakta olduğumuz dünyadan dolayı paranoyaklaşmış, deliliğin kıyısında ipteki bir cambaz haline gelmiştim. Düşmemek için  kan ter içinde ipi takip ediyordum. Ama bir türlü karşıya geçememiştim. 

Hep ipteydim. 

Hep ipte!

Kaçak 1. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 2. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 3. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 4. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 5. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 6. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 7. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 8. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 9. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 10. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 11. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 12. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 13. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 14. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 15. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 16. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 17. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 18. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 19. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 20. Bölüm - Okumak için Tıkla







Yorum Gönder

0 Yorumlar