Advertisement

Kaçak E Kitap 8. Bölüm - İki Kapı

 

8.Bölüm

İki Kapı

İn dünya üzerinde herhangi bir yere ne benziyor ne de farklı gibi duruyordu. Daima gözünüzün önünde duran fakat asla fark edemediğiniz O nokta gibiydi. Biri eliyle onu işaret edip gözünüze sokarcasına göstermezse varlığından haberiniz dahi olmazdı. Balıkçı bundan sonraki hayatımda günlerim ve gecelerimin İn’e ait olduğuna dair birkaç dizi kuraldan bahsetmişti. 

Yaklaşık 72 saat içerisinde değişen şeylere aklım ermezken tekrardan İn denen yere geri dönmemi ve bu kurallara uygun bir biçimde yaşamamı emrediyordu. 

Sorgu dediği şey -ki yüzlerce insanın birer ceset olarak yere yığılmalarına sebep olan şeyin- ardından o dünyaya adapte olmak için yapılması gereken bir dizi ritüelin daha olduğunu aktarmıştı.  

İn’de başınızı kaldırdığınızda gök yerine mağara duvarları, güneş yerine sonsuz sayıda fener ışığı görebilirdiniz. Çok uzaklardan gelen ama yanı başınızdaymış gibi duyulan bir su sesi dışında ürküten bir kalabalığa sahipti. Binlerce köprü ve geçitin içinde hareket eden yüzlerce bedene rağmen yapayalnız hissettiriyordu sizi. 

Mecburen Balıkçı’nın peşine takılmış ve ilk sefere nazaran daha az şaşırarak İn’e gelmeyi başarmıştım. Şu ateşten geçilen kapı etkisini yitirmemiş yine bedenimi bir lapa haline getirmiş olsa da zihnim olanlara hazırlıklı olduğu için daha çabuk toparlamıştım.

“Bu taraftan” Balıkçı hemen önümde ilerliyor kaybolmamak adına ona ayak uyduruyordum. Söylediği gibi yaparak uzun ve korkuluksuz bir köprünün bitiminden hemen sola döndüm. Başka bir mağara kapısı, başka bir köprülü yol ve bir dizi giriş daha. Bunu kaç kez tekrar ettiğimi aklımda tutmam pek mümkün değildi. 

Tüm enerjimi ve kalan akıl sağlığımı bu yolda tüketmişçesine uzundu yolculuk. “Ne zaman” dedim umutla “Ne zaman varacağız?” 

Balıkçı benden daha uzun ve çok daha çevikti. Omzunun üzerinden bakarken beni küçümsediğini anlamam için zeki olmama gerek yoktu. “Herhangi bir dini inancın var mı? Bir dine mensup musun?” diye sordu. 

Dünyanın içine oyulmuş başka bir dünya da ilerlerken mi?

“Hayatta kalmak bir dinse, sanırım evet” dedim.

Güldüğünü düşündüm ya da sadece omuz silkmişti. 

“Kabul etmesi senin için daha kolay olacaktır. Tabi kabul edilmende.” 

Bir bilmece gibi konuşmaktan keyif aldığını anlamıştım. Kafa karıştırmayı ve insanı belli bir korku seviyesinden tutmayı seviyordu.

“İnanılmaz” dedi arkamdan yükselen ses. “Hala yaşıyor” Tüylerimi diken diken eden bir tavırla kurulmuş bir cümleydi. Sesin sahibine dönmek istedim sonuçta benden bahsediyordu ama dönüp karşılaşacağım şeyin nasıl olduğunu bilmeyen tarafım gözlerinin Balıkçı’nın sırtından ayırmıyordu.

Balıkçı arkasını dönmeden “Uzun sürmeyecektir” dedi ve konuşmayı başlamadan bitirdi. Yavaşça benden tarafa dönmüştü, hayal ettiğim gibi bir küçümseme veya dalga geçiş yoktu. Yüzü sabit bakışları sakindi. 

Ah! 

Bu görüp geçiren birinin duruşuydu. Bu sahneyi çok yaşayan birinin. 

“İşin bittiğinde görüşürüz” Balıkçı benle değil arkamdaki şeyle konuşmuştu. Ardından o uzun köprülerden birinden geçip gitti. 

“Adın nedir?” 

Arkamdan yükselen ses tüylerimi diken diken ederken içimden bir ses zaten ismimi bildiğini söylüyordu. Sesin sahibini görmek için yavaşça döndüm. Simsiyah göz yuvaları. Bir çukurun karanlığını ödünç almışlardı. Gözleri kalçalarının altına kadar uzayan dümdüz siyah saçlarıyla aynı tondaydı. Beyaz teni ile baştan sona bir tezatlık içerisindeydi. 

“Asya” dedim oysa sesim bir fısıltıdan ibaretti. 

“Beni takip et Asya” dedi ve o uzun mu uzun köprü yolculuğu tekrar başladı. Ama artık etraftaki manzara o kadar tenha değildi. Duvarlara gömülü odacıkların sayısı artıyor, köprülerdeki insan trafiği yoğunlaşıyordu. Havada bir koku vardı. Nem gibi ama değil. Yüzünüze yapışan hem ferahlatan hem de boğan bir şey. Su sesi daha da güçlü bir hal alırken köprüler daha da daralmaya başladı. Sadece tek yönlü bir gidiş için kullanılabilecek şekilde incelmişlerdi. Önümdeki bedenin kendinden emin attığı adımları izleyen korkak adımlarımı izlerken bile yerin dibine giriyordum. Burası neresiydi. Ne işim vardı? İçimdeki bir ses kendimi köprüden bırakmamı haykırıyor bu deliliğe son vermem için zorluyordu beni. Bir başka ses ise devam etmem için beni kendisine çekiyordu. Suya duyulan bir ihtiyaçla sesleniyordu. 

“Kişisel algılama” İlk önce benimle konuşulduğunu anlamamıştım. Ses gene arkadan yükselmişti. Ama yol o kadar incelmişti ki dönüp bakmayı göze alamadım. “Neyi?” diye sordum her kim konuşuyorsa. 

“İlk gelenlere karşı pek sıcak davranılmaz” 

“Niçin?”

“Kalıcı olmayacaklarına inanılır”

Herkesin üstüne basa basa öleceğimi söylemesi.

“Madem öyle, öleceğine inandıkları birisi için neden bu vakit kaybı?” dedim üstüne bastırarak. “Atın köprüden gitsin” 

“Kendi işini kendi görenleri severiz” Hımm..

“Aslında bunu düşünüyordum” dedim bıkkınlıkla.

Güldü. Espri yapmadığımı bildiğinden emindim.

Köprü bitimindeki iki kapı duruyordu. Önümdeki uzun saçlı erkek başını benden yana çevirerek “Ölmek sanıldığı gibi bir bitiş noktası değil” dedi “o yüzden köprüden atlamak yerine onu geçmeyi denemelisin” eliyle soldaki kapıyı işaret ediyordu. 

Ama nedensizce gözüm sağ kapıdaydı. Birbirinin benzer büyük düz, metalden gri kapılar. Üzerlerinde o kadar ince bir işçilikle çizilmiş çizimler duruyordu ki. Gözlerimi her kırptığımda farklı onlarca detay beliriyordu. Bana baktıklarını fark ettiğimde sersemliğimi bir kenara atmak için omuz silktim ve öne doğru yürüdüm. Ama kimse benimle beraber hareket etmedi.

“Siz” dedim “gelmiyor musunuz?”

Başını nazikçe sağa ve sola doğru çevirdi. 

“Kapı, bir tür olası gelecek ve geçmiş havuzu”

?

Gözlerini bomboş bir şekilde bakan yüzümde şöyle bir gezdirince söylediğinin bir kulağımdan girip diğerinden çıktığını anladı. “Önünüzde onlarca seçenek olacak, geçmiş ya da geleceğe ait onlarca varyasyon görebilirsiniz, bu İnsani hayatınızda değiştirmek ya da görmek istediğiniz hatıralara ait olabilir. Burada olmanızın nedeni zaman algısının dünyadakiyle aynı şekilde çalışmadığını görmeniz ve kavramanız için. Dünyada var olan gelecek ve geçmiş burada yok. Burada sadece şimdi var, çünkü ne gerçekten geçmiş ne de gerçekten gelecekten haberdarız. Her şey değişiyor, her an. O yüzden değişime karşı durmak yerine bırakın sizi bulsun, oysun, şekillendirsin ve yeniden inşa etsin” dedi “Kapının vazifesi geçmiş ve gelecek hayatınızla burada buluşmanız ve ortak bir noktayı bulmanızdır. Ölümlü bedeni geride bırakırken ölümsüz olan ruh ile devam edebilmenizi sağlar” diye noktaladı konuşmasını ve kapının önünden çekildi.

“Neden sol?” derken buldum kendimi.

Bakışlarını sağ kapıya kaydırırken dudaklarının sol köşesi hafifçe yukarı kaydı. Meydan okuyan bir ifade miydi bu? “Buradan gireceksiniz ve dönebilirseniz oradan çıkacaksınız” 

Adamın gözlerine çok kısa bir anlığına baktım. Ölümle yaşam arasında kalan bu şeye karşı ne hissedebilirim? Gösterdiği yolu takip etmek dışında ne yapabilirim? Dönmek istesem yolu tek başıma bulabilir miyim? Buldum diyelim çıkabilir miyim? Kaçınılmaz olan sondan ne kadar uzağa koşabilirim? Bir gün, beş yıl belki bir ömür? Yerine getiremeceğim senaryoları bir kenara bırakırcasına kapıya doğru gittim ta ki tek bir adım kalana dek. İterek mi açmalıydım? 

Kapının parlak metal yüzeyinde su dalgasını andıran bir hareketle oluşmaya başladı. Tüm yüzey birden bire nefes alıp veren canlı bir hal alırken el hizamda bir kulp belirdi. Keskin dişlerini açarak ısırma pozisyonu almış bir yılan başı. Elimi yavaşça uzattım.


Gün ışığı yüzüme vuruyor, temiz çarşaf kokusu burnuma süzülüyordu. 

Yastık hem çok yumuşak hem de diken gibiydi. 

Boynumda bir ağrı, göz kapaklarımda tatsız bir baskı vardı. 

Gözlerimi hafifçe araladım. 

Bir odadaydım. 

Bir sürü ranza vardı. Onlardan birinde yatıyordum. Doğrulmaya çalıştığımda görüntü değişti, bir TV ekranı izler gibi hızla farklı bir şekle büründü. Duvarı kutucuklarla kaplı bir odadaydım. Odanın bir uçunda büyükçe bir boy aynası vardı. Nasıl da güzel işlemeleri! Çerçevesinde kocaman aslan figurleri olan, bakanın bir kez daha bakmasına neden olacak bir özenle yapılmıştı. Hipnoz olmuşçasına yaklaştım. 

Bir çocuk vardı aynada. 

Elimi boynuma götürdüm, tıpkı aynadaki çocuk gibi.  

Ben gibi! Korkuyla büyüdü gözbebekleri aynadaki siluetin.

Aynadaki şey çocukluğumdan gelen bir hayaletti. Çoktan unuttuğum ve su yüzüne çıkarmaktan çekindiğim geçmişe ait bir görüntüye bakıyordum. Koğuştaydım. Altı incelmiş çoraplarımın içinde ayak parmaklarım büküldü. Soğuktu burası. 

“İstemediğim ve istenmediğim bir yerdeyim” dedim çaresizce. Birileri sesimi duymuşçasına içeri hücum etti. Öfkeli bağırışlar, üst üste yükselen sesler, şiddet, çaresizlik. 

Üst üste gelen artçı depremlere karşı ayakta durmaya çalışan yıkık dökük bir gecekonduydum. Görüntüler hızla değişip beni bir uçurumun köşesine getirdi. İşte benim dünyamın depremi buradaydı. 

Başımı kıyıyı döven Marmara Denizi’ne çevirdim. Dalgalar tüm gücüyle taşlara vuruyor ardından bir şey olmamışçasına geri çekiliyordu. 

O an kafama dank etti. 

Kapıdan içeri girmiştim. 

Peki ya çıkabilecek miydim?


Kaçak 1. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 2. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 3. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 4. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 5. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 6. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 7. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 8. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 9. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 10. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 11. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 12. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 13. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 14. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 15. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 16. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 17. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 18. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 19. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 20. Bölüm - Okumak için Tıkla

Yorum Gönder

0 Yorumlar