Advertisement

Kaçak E Kitap 4. Bölüm - Acemi

4.Bölüm

İn

İn mi?

Konuşmak istedim. Ama bedenim bir pelteye dönmüş, ruhumu sindirip bir kenara tükürmüştü. Balıkçı ifadesiz suratıyla “Kısa süreli bir felç geçiriyorsun” dedi.

Kısa süreli mi? Dalga mı geçiyordu? Bedenimi bir bütün olarak algılamam birkaç dakikamı aldı. Boş çabalarımın arasında uzanıp beni yerden kazırcasına kaldırdı. Ayakta durmak sanki emekleme ve yürüme aşamalarını baştan başlamak gibiydi. Dengemi zar zor bulduktan sonra derin bir nefes alabildim. Sonunda etrafıma bakacak kadar kendime gelmiştim.

Balıkçı “Yanımdan ayrılma” dedi. Başka nereye gidebilirdim ki? Gözleri şu tuhaf halindeydi. Sarı tonları içinde yer alan yeşil çizgiler çok daha belirgindi. Daha yoğun ve daha karanlık bir ışıkla parlıyorlardı. İnce damarlar azıcık gözüken beyazların içinde kayboluyordu. Belki de onları böyle gösteren şey adını tahmin bile edemeyeceğim bir maddeyle kaplanmış duvarlardı. Etrafa baktığınızda bir tane bile lamba göremiyordunuz. Elektrik mekanizması yoktu. Işıklandırmayı sağlayan, metalin ta kendisi olmalıydı. 

“Az önce tam olarak ne oldu? Yandığımı, öldüğümü düşündüm?” 

“Bir kapıdan geçtin” dedi. Hayatım boyunca alevlerden oluşmuş bir kapıdan geçmediğim düşünülürse, bundan beni haberdar etmesi gerekirdi!

“Ne olacağını bana söyleyebilirdin!”

“Öylesi hiç keyifli olmuyor” Böylesinin eğlenceli olduğunu kim söylemişti ki?

“Ben bir insanım” dedim. “..ve insanlar bu tarz şeylere pek hazırlıklı değillerdir. Neticede her gün sizin gibi şeyler görmüyoruz!” Cümlenin sonuna doğru ona nasıl hitap etmem konusundaki kararsızlığım sesime yansımıştı. Gerçi o, bunu pek umursamışa benzemiyordu.

“Her gün kötülükten ve kötü olan her şeyden korunmak adına dua ettiğiniz düşünülürse, saçma bir bahane”  

Açıkçası tam olarak neyden korunmak adına dua edildiğinden bir haber bir hayat yaşıyordum. Hayatta kalabilmek için çoğumuz zaten kötü olmayı bilinçli bir şekilde seçmiştik. Benim sorunum kötülükten ziyade bana dokunanı ile alakalıydı. Bana dokunmayan yılan felsefesi çoğunlukla çok işime yaramıştı. O yüzden uzlaşmacı olacağımı düşündüğüm bir tavırla durumu açıklamaya çalıştım.

“Delirmiş ve kendini duvardan duvara vuran bir İnsan’ı zapt etmekle uğraşmak istemeyeceğini varsayarak belirtmek isterim ki” dedim “aklımı yememe” elimi kaldırıp başparmağım ile işaret parmağımın arasında iki santim bırakarak ona gösterdim. “..şu kadarcık kaldı.” Ona akıl sağlığım hakkında değil de, günlük hava durumu hakkında bilgi veriyormuşum gibi bakıyordu yüzüme.

“Sürekli sesler duyup gölgeler gören biri için çok da akıllı biri sayılmazsın” dedi ve beni beklemeden, uzun adımlar atmaya başladı. Bunu nereden biliyordu? İşin daha kötüsü daha ne kadar şey biliyordu? Ortalama 10 metre uzunluğunda altın sarısı duvarlarla kaplı bir koridorda beni geride bırakarak uzaklaşıyordu. Koridorun sonu karanlıktı. 

Parlak ve ışıltılı duvarlar sandığım gibi pürüzsüz değildi. Metal, özenle işlenmiş şekiller, daha önce duymadığımdan emin olduğum dillerde yazılmış sözcükler ve tuhaf kabartmalarla doluydu. Şaşkınlık içinde kare şeklini almış bir yılanın sonsuz sayıda iç içe kıvrılıp gittiği motive dokundum, yürürken. Ve duvara dokunduğumda vücut sıcaklığında olduğunu fark ettim. 

Bunun verdiği şaşkınlıkla elimi hızla geri çektim. Balıkçı omzunun üzerinden dönmüş bana bakıyor ve başını onaylamayan bir tavırla iki yana çeviriyordu. 

“Etrafa dokunmazsan iyi edersin” Misafirliğe götürülen yaramaz çocuk muamelesi ardından duvardan uzaklaşıp onu takip ettim. Karanlığın başladığı yer sadece bir giriş kapısıydı. 

Koridor bitiminde karşı karşıya kaldığım manzara tüm dikkatimi almış düşünebilen tüm nöronlarımı nazikçe kendine odaklamıştı.

Binlerce ateş böceği düşünün. 

Şimdi o ateş böceklerini karanlık bir çukura attığınızı... Her yeri minik ateş parçalarının oluşturduğu sonunu göremediğim ters bir kovanın ağzında duruyordum. Ama dikkatli baktığımda o minik alevlerin küçük birer fener olduğunu anlamam uzun sürmedi. 

Fenerlerin hemen altında oyuklar vardı ve şu an üzerinde durduğum beton blok gibi her oyuğa uzanan merdivenler bulunuyordu. Ama bu merdivenlere ulaşmak için duvara gömülmüş kötürüm patikaları kullanmak gerekiyordu. Bence buranın inşasını insanlarla dalga geçmek için yapmış olmalıydılar. 

Patikalar o kadar ince ve dayanıksız gözüküyordu ki. Duvarlara gömülü taş basamaklardan daha çok, eğreti birer çizgiye benziyorlardı. Onlardan daha sağlam gözüken merdivenler birbirine paralel biçimde uzanıyor en tepeden en dibe kadar devam ediyorlardı.

Karınca kolonileri adlı bir belgesel izlemiştim. Onların topraktan nasıl odalar yaptığını ve yeri ne kadar çok oyduklarını hatırlıyordum ama onlar küçük, karıncalar insanlar için oldukça zararsız canlılardı. Bunlar ise henüz keşfedilmemiş bir tür yarasa gibiydiler. 

“Beni takip et” benimle konuşulduğunu, ancak birkaç saniye sonra idrak edebildim. Kafamı çevirdiğimde nereye yürümem gerektiğini gördüm. Görmez olaydım! Beni az önce incelediğim ince patikaya çağırıyordu. Üzerinde durduğum sağlam metalin dibinden başlayan ve duvara bitişik olarak giden bir keçi yoluydu orası!

Küçük çaplı bir kalp spazmı geçiriyorken “Şaka yapıyor olmalısın!” diye kendi kendime sayıkladım. Gözlerini gözlerime dikti. Patikaya bakarken boğazım kurudu. İki kişinin yan yana gitmesini geçin, bir kişinin bile sığabileceği şüpheliydi.

“Senleyken yer değiştiremem, tabi atomlarına kadar ayrılıp, etrafa saçılmak istemiyorsan?” İçimdeki bir ses bu merdivenimsi şeyden düşersem zaten atomlarıma kadar ayrılacağımı söylüyordu. Üstünde durduğum metal korkuluktan aşağı doğru bir bakış attım. Kaç metre yükseklikteydik? Bin, iki bin? Ödümü patlatacak kadar dipsizdi kovanın sonu.

“Bu merdivenler pek güvenli durmuyor?” 

“Güvenli olduğunu kim söyledi?” Yutkunurken içten içe ‘Çok güzel’ dedim. Ecelime gidiyorum. 

Beni umursamadan, keçi yolunu aratmayan merdivene yanaştı ve ilk basamakta birden bire kayboldu. Siyah dumanlar henüz kaybolmamışken, on basamak altta belirdi. O kadar gerçek dışıydı ki. Sanki binlerce bilim adamından daha önce ışınlanmayı keşfetmişti. Kafasını geriye atıp bana baktı. Sırtını duvara yaslamış, sudan çıkmış balığa dönüşümü, keyifle izliyordu.

“Hadi ama. Çokta zor sayılmaz” 

Vaktin varken eğlen bakalım dedim kendi kendime. Çünkü az sonra gülemeyeceğin kadar parçalarıma ayrılmış olacağım. Derin bir soluk alıp ilk adımımı attım. Birkaç toprak parçası yuvarlanıp yer çekimine kapılarak karanlığa düştü. Boğazımdaki damarlar o kadar çok kan pompalıyordu ki kıpkırmızı kesildiğimden emindim. Diğer adımı da attığımda metalle olan tüm bağlantım kesildi.

Sandığım kadar dar bir patika değildi ya da adrenalin bu kez benim lehime hareket ediyor, cesur olmamı sağlıyordu. Son adımı attığımda stresten buz kesmiştim. 

Balıkçı denen tekinsiz herif bileğimi bir takip bilekliği gibi kavradı ve beni merdivenin ucunda, ince bir ipi andıran başka bir merdivene çekti. Sonrasında ise oldukça ince bir köprüye geçiverdik. Yaklaşık on beş metrelik düz bir yapıydı, burası. Metal malzemeden yapılmış merdiven o kadar dardı ki, iki kişinin yan yana gitmesine imkan vermiyordu. 

Bir sürü köprü birbirine yılanlar gibi dolanıyor nereye çıkacağı muamma kapılara açılıyorlardı. Yolun sonunda ki aydınlık koridordan, içeri sokuldum. Adrenalinin yaydığı cesaret, kafesten kurtulan bir kuş gibi kaçtı benden. Girmiş olduğumuz yer mahşer yeri gibi kabalıktı. Tüm yüzler, birbirinin aynısı olan el işi harika maskelere benziyordu. Her bir beden önümüzde uzanan üç  farklı yol ayrımında kayboluyordu. 

O kadar çok insan vardı ki. Hayır onlar insan değil! Nefes nefese etrafıma bakındım. O an tuhaf bir tanıdıklık hissiyle kırptım gözlerimi. İçimden aptal bir ses sanki daha önce buradaydın diyordu.

Saçmalık.

“Nereye gidiyoruz?” diye sordum. Omzunun üzerinden bakıp “Merkeze iniyoruz” dedi. Merkez? Bir kaç kişi dönüp Balıkçı’ya, ardından bana baktı. Şaşkınlık olduğunu düşündüğüm, çok minik bir ifade değişikliği yakalıyordum suratlarında. Bir kaçının birbirlerine beni göstererek bir şeyler söylediğini görmüştüm. 

“Buraya gelmem gerektiğinden emin misin? Benden pekte hoşlanmış gözükmüyorlar.” Sesim bir fısıltıdan halliceydi.

“Dert etme. Genellikle Acemi'lerin bu yoldan gelmeleri tercih edilmez”

“Acemi?”

Cevap vermedi.

Rahatsızlık cisimlenerek tüylerimi diken diken eden bir soğuğa dönüştü. Titredim. Yanımızdan geçen bedenlerden Balıkçı’nın omuzları sayesinde saklanabiliyordum. Ama bir yandan onlara bakmadan edemiyordum. Beyaz, siyah, sarı her ten rengine sahiptiler.

Ama her ne olursa olsun tenlerindeki ölü solgunluğunu gizleyemiyorlardı. Morglardaki o küçük kutuların içine küçültülerek girmiş ve oradaki dünyayı keşfediyormuş gibi hissediyordum. 

Her biri inanılmaz bir işçilik eseriydi. Güzellerdi, yakışıklılardı. Ama yüzlerindeki solgunluk, bakışlarındaki tırnak kemirten donukluk kusursuzluklarını bir is gibi lekeliyordu. Güzelleşmenizi sağlasa bile gerçek güzelliğinizi maskeleyen türden bir makyajdı onlarınki. Ölümlü gibi gözüken ama bir biçimde hayatta olan bedenler, ölüm kadar siliklerdi.  

Üç adet büyük taştan kapının hemen iki adım ötesindeyken “Buradan devam et” dedi Balıkçı ve beklemediğim bir şey yapıp beni solda kalan kapıya doğru itti. Canımı yakacak kadar kuvvetli olmasa da dengemi kaybetmem için yeterliydi. Sırtımın kapıların dizili olduğu duvara ya da kalabalıkta birisine çarpmasını bekledim. Ellerim çarpma ihtimaline karşı ileriye doğru uzanmıştı. Duvarla acı dolu bir temas yerine parmaklarım bir tül kadar yumuşak havayla temas etti. Çok yumuşak ve ıslak bir şey içine batıyor gibiydim. Sanki bir oda doluşu jelin içine düşmüştüm. Dengemi bulmaya çalışırken her şey eğilip bükülmeye başladı. Kalp atışlarım bile ritmini yitirdi. Mide bulantısıyla gözlerimi sıkıca yumdum “Lütfen” diyordum işe yaramasını umarak “Eve gitmek istiyorum!”. Kaygan zemin kayboldu. Sanki dileğim gerçekleşmiş gibiydi, gözlerimi hızla açtım. Keşke açmasaydım.

Kapının ötesindeki manzarayı ilk kez gördüm. 

Büyüklüğünü aklımın tahayyül edemeyeceği bir mağaranın önündeydim.

Karşımda askeri bir nizamda dizilmiş yaşıtım gibi durumda yüzlerce hatta binlerce insan vardı. Bir adım ötemde olup biteni anlamaktan uzak, korkunun esiri olmuş bir halde taş kesilmiştim.  

Tıpkı diğerleri gibi... 



Kaçak 1. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 2. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 3. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 4. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 5. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 6. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 7. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 8. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 9. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 10. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 11. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 12. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 13. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 14. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 15. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 16. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 17. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 18. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 19. Bölüm - Okumak için Tıkla

Kaçak 20. Bölüm - Okumak için Tıkla

Yorum Gönder

0 Yorumlar