Advertisement

8.Bölüm "Farklı Ambalaj"

8.Bölüm "Farklı Ambalaj"

"Onun adı Chöle Henderson değil, Nina Grace"
Black günlük  güneşlik bir havada bastıran bir yağmur gibi belirdi yanıma ve bir an sonra el eleydik. Beni arkasında çekiştirerek yürüyen Black'ın sırtına bakıyordum. Az önce o beni mi kurtarmıştı? Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Black beni biliyordu. Kim olduğumu nereden ve niçin geldiğimi!
Tam ona ne yaptığını soracaktım ki başını çevirip bana baktı. Ve hayatımın hiç bir anında bu kadar mavi olan bir şey görmedim ben. Gözleri bir çift su damlasıydı. Ağzından çıkanlar zehir gibi olsada...
"Seni hatırladığımı biliyordum. Sen o kızsın. Şu erkek arkadaşının cinayetiyle suçlanan kız" Sert bir soluk çektim içime. O cümleyi en azından 1 aydır duymamıştım. Şimdi yüzüme şak diye söyleyince sudan çıkmış balık gibi kalakalmıştım.
"Heyy bir dakika bekleyin! Bayan Henderson..kamerayı hazırla hemen!" muhabirin sözleri yüreğimi ağzıma getirdi. Çünkü beyaz bir sayfa açtığınızda bu kadar çabuk kirlenmemesi gerekirdi!
"Acele edelim" dedi. Koşmaya başladı mecburan ona ayak uydurdum. Black'le beraber çimleri rüzgar gibi geçtik ve otoparka girdiğimiz gibi bir araba üzerimize kırdı. Çığlık attım. Çünkü kaçacak zamanımız yoktu. Araç ikimizide çarpacaktı. 
Sert bir fren sesi işittim ve sonrasındaki sessizliği bozan cümle şu oldu: "Hadi Chöle bin şuna!" Zar zor duran aracın açık pencerinden bana bakıyordu Bonnie. Vay canına! o ne ara buraya gelmiş ne ara bir arabaya binmişti? Cevaplar için durmadım ve arabaya atladım. Black hemen yanıma oturdu. Yana doğru kaydım. Araç silahtan çıkan bir kurşun gibi fırladı. 
Bunlar kesinlikle kardeş dedim kendi kendime. Bu ikisinden başka kimse bu şekilde kullanamazdı bir arabayı! Başımı çevirip arkaya baktığımda muhabiri, yayın aracına koşarken gördüm.
"Lanet olsun! Bizi mi takip edecek o!"
"Bence o kadına gelene kadar lanet etmen gereken daha çok şey var" dedi Black. "Örneğin; nasıl bu kadar aptal olabildin?" 
"Neden bahsediy..."
"New York'ta çok gözde bir davanın sanığıydın Chöle. Ben ki televizyonlarla pek haşır neşir olmayan biriyim, ben bile tanıdım seni. Hangi akla hizmet buraya geldin. Kasabasının küçük olmasına güvendim deme. Çünkü internetin olduğu hiç bir yere küçük demezdim ben" 
Avucumu alnıma sertçe vurdum! Ben dünyanın en aptal insanıydım! Araç bir U çizdi ve okuldan hızla uzaklaşmaya başladık. Bir süre sonra Black arkaya kısa bir bakış attı. Bende onu taklit ettim. Görünürde bir yayın aracı yoktu. Aslına bakarsanız görünürde hiç bir şey yoktu! 
"Nereye gidiyoruz biz?" dedim. Black bana döndü. Gözleri ilk kez bu kadar donuk bakıyordu ve bu ister istemez gerilmeme neden oldu.
"Neden öyle bakıyorsun" dedim. Üzerime geldi. Aracın diğer ucuna uçarcasına kaçtım. Elleri bileklerimi yakaladı. "Bırak beni hemen!" Bırakmak yerine beni öyle sert bir biçimde çekti ki ayak parmaklarıma kadar titredim. 
Masmavi gözleri bir burun mesafesi uzağımdayken "Gerçekte neler oldu Chöle?" dedi. Herkesin merak ettiği şeydi bu. Muhabiri peşimden koşturan şey...
"Eğer sorduğun bir katil olup olmadığımsa.." derin bir soluk aldım.
"Cevabım hayır. Erkek arkadaşımı ben öldürmedim" Gözlerinin etrafında tuhaf bir şeyler olmaya başladı. Dalgalı bir göl yüzeyi gibiydi mavisi... Birden bire o maviyi bir arada tutan siyah dağıldı ve göz bebekleri şekil değiştirmeye başladı!
Çığlık atmalıydım! Evet ama buna fırsatım bile olmadı. Araba sarsıılarak durdu. Kollarımı kurtarmak için çırpındım. Black'in yanında çıtkırıldım duruyordum. Sert sesiyle "Sorduğum şey bu değildi" dedi. 
"Sorduğum şey neden Chris Forman'ı savunduğundu. Bildiğim kadarıyla o sana saldırmış. Sen de kendini kurtarmak için onu yaralamış ve evden ayrılmışsın. Yine o gece başka bir yerde cesedi bulunmuş" Bu kadar çok ayrıntıyı nereden biliyordu! 
O gece Chris bana, benimle paylaştığı sırlar yüzünden saldırmıştı. Beni öldürmesi gerektiğini bunun için üzgün olduğunu ama konseyin kararını çiğneyemeyeceğini söylemişti. Konsey kimdi bilmiyordum! Chris'in ne olduğunu bile tam olarak bilmiyordum ki ben! Süper güçleri olan bir Thor'muydu? Yoksa deli bir iş adamı olan İron Man'mıydı? Yoksa sadece kötü şansı olan ve bunu düzeltmek için hiç çaba harcamayan bir baş belası mıydı? Her neyse neydi. 
Şuan hepsinden daha önemli bir sorunum vardı. Mesela bir yırtıcının gözlerini andıran gözlere sahip bir adam gibi... "Cevap ver! Chris Forman o gece gerçekten öldü mü!" Korkuyordum. Çünkü onun ki kadar kusursuz yüzü olan bir erkeğe güvenmenin aptallık olduğunu bilmem gerekirdi. Bir kez daha aynı hataya düşmemem gerekirdi!

Üzerimdeki tişörtü çekiştirince çığlığı bastım. "Ne yaptığını sanıyorsun? Bırak beni!" Arka kapı açıldı ve Bonne'nin ince parmakları da abisine yardım etmeye başladı. 
Avazım çıktığı kadar çığlık atmaya başladım. Ne olacaktı ne yapacakları bana! Tişört neredeyse sökülerek üzerimden alındı. Atletimin açıkta bıraktığı tenim ürperdi. Göz yaşları içinde ellerimi savurdum ve Bonnie'nin göğsüne tüm gücümle vurdum. O geriye doğru tökezlerken Black'i itip arabadan dışarı fırladım. Tüm gücümle ileri attım kendimi. Koş dedim kendi kendime ve dönüp arkana hiç bakma!
"Yakala onu!"
Hayır!
Beni kimsenin yakalamasına izin vermeyecektim. Tanrım kimi kandırıyordum! Öldürülecektim! Hem de ölmemek için kaçtığım bir kasabada! Hem de o ..o tuhaf gözlü şey tarafından! Chris gibi dedim kendi kendime. Black de onlardan biri! Sadece farklı ambalajlara sarılmış, birbirinin aynı olan iki hediye almıştım. Hayatın bana yaptığı berbat bir eşek şakasıydı bu!
Bir şey bacağıma dolandı ve sendeledim. Şükürler olsun ki hemen dengemi bulmuştum. Saçlarım etrafımda uçuşuyorken uçsuz bucaksız bir ormanlık alanda olduğumuzu ve istersem saklanabileceğim konusunda kandırdım kendimi. Ağaçların içine daldım. Black arkamdan gülüyor ve şöyle diyordu.
"Gerçekten kaçacağına inanıyor musun Chöle? Ben istemediğim sürece benden kurtulamazsın" 
Ayağım yaşlı bir ağacın kalın kökleri arasına girdi ve kendimi kurtaramadım. Dizlerimin üzerine bir un çuvalı gibi yığıldım. Bileğim en ufak hareketimde bile bir bıçak kesiği gibi ağrıdı. Dişlerimi dudağıma geçirip telefonumu aradım. Yoktu! Koşarken düşürmüş olmalıydım!
"Elma dersem çık. Armut dersem çıkma"
Bu cümleyi melodik bir biçimde söylemeye başladı Black. O kadar çok tekrar etti ki yeter artık sus diye çığlık atmak istedim. Ama buna gerek kalmadı. Sadece bir kaç dakika sonra oradaydı! Benden bir metre ileride köklerin üzerine oturmuştu. Ve üzerinde tişörtü yoktu. 
Saçları dağılmış. Teninde bir  damla bile ter izi yoktu. Bense nefes nefeseydim. Bir balon gibi şişmişti diyaframım. Sanki ağzından çıkacak tek kelime beni havaya uçuracak benden geriye koca bir boşluk bırakacaktı. Korkutucu gözleri acıyla tuttuğum ayak bileğime, ardından göğüs kafesime kaydı. Kendimi koruma isteğiyle, savaş vermem gerekirdi ama bitmiştim. Vücudumdaki tüm enerji altımdaki toprağa akmıştı. 
"Ne oldu pes etmiş gibisin?" Ona hayal kırıklığıyla baktım.
"Bu..bu kadar kötü biri olabileceğini düşünmemiştim" dedim. "Bu kadar iki yüzlü olacağın aklımın ucundan bile geçmemişti!" Onu gördüğüm ilk gün ki oğlan ile şuan karşımda oturan adam arasında Arizona Çölü kadar büyük bir fark vardı. 
Sadece gülümsedi. Dolgun dudakları pişkince kuzeye doğru kıvrıldı. Ve gamzesi ortaya çıktı. "Belki de en baştan beri hata sendeydi Chöle. Belki de en baştan beri yanlış insanlara güveniyordun? Chris gibi" 
"Konunun Chris'le ne alakası var anlamıyorum!" dedim. "Neden onu sorup duruyorsun? Yoksa onu tanıyor muydun?"
Black gözlerini kapadı ve açtığında gözleri eski bebek mavisine kavuştu. Ayağa kalktı. Bana doğru geliyordu! Bacağımın acısından kapana kısılmış bir fare gibi hareketsiz kaldım. Tam önümdeydi şimdi. Eğildi ta ki benle aynı hizaya gelene dek. Şimdi karşımda oturuyordu. 
"Bunu görüyor musun?" dedi. Göğsündeki siyah izi işaret ediyordu. Bir doğum lekesi gibi duruyordu ve bana çok fena bir biçimde bir yerlerden tanıdık geliyordu. Kare gibi siyah bir beni andırsa da içimden bir ses daha fazlası olduğunu söyledi. 
"Evet"
"Göremiyor olsan da bunun bir kopyası sırtında bulunuyor" Başımı sertçe iki yana salladım. Ne kadar reddedersem edeyim doğruydu dediği.  O beni biliyordum. Vücudumda tek bir leke vardı. Omuzlarımın arasında, ensemden bir karış aşağıda...
"Bununla ne alakası var peki?" dedim korkumu ona belli etmemeye çalışarak. Kaşlarını çatıp gözlerimin içine baktı. Sanki söyleyeceği şeyi harfi harfine anlamamı ister gibiydi.
"Chris, benim olanı çalmıştı Chöle. Neyse ki şuan hak ettiği yerde" 
Derin bir nefes alıp aynen şöyle dedim: Biliyor musun? Belaya bulaşmanın çeşitli türleri var ve işin kötüsü bulaştığım belanın daha ne olduğunu bile bilmemem!


Yorum Gönder

0 Yorumlar