Advertisement

7.Bölüm "Haberler"

7.Bölüm "Haberler"


"Neden öyle bakıyorsun?" dedi Black. Duraksadım. Hala ne diyeceğimden emin değildim.
"Yanlış duymadım değil mi? Kardeş olduğunuzu söyledin" 
"Bu kadar neye şaşırdığını anlayamadım"  Neye mi şaşırıyordum?
"Pardon ama kardeşseniz neden ayrı evlerde kalıyorsunuz ve neden kız kardeşinin senden ödü kopuyor?" Ah! Bunları sesli söylemiş olamam! Çeneme defalarca vurmak istedim ama artık bunun için çok geçti. Black koyu kaşlarını çatarak bana öyle bir baktı ki. Kendimi minicik hissettim. 
"Bu bizi ilgilendirir. Daha dün gelmiş bir yabancıyı değil" dedi ve ben daha ağzımı açmamışken uzaklaştı. Bana gerçekten kızmış mıydı o! Arkasında bağırmak ve iki yüzlüsün demek istiyordum! Boonie aklımdan geçeni okumuş olacak ki elini kaldırıp beni durdurdu.
"Böyle düşünmen benim hatamdı Chöle. Biraz asosyalimdir. O yüzden insanlarla konuşurken biraz geriliyorum" Biraz mı? 
"Neden ağabeyin olduğunu en başta söylemedin peki?" dedim. Ama aklım hala temizleme mevzusundaydı. 
"Hey" dedi Bonnie'nin solundan fırlayan bir oğlan. "Dışarıdaki haber ekiplerini gördünüz mü?" 
Bonnie de en az benim kadar şaşkın gözüküyordu. Bizi haberdar eden üç öğrenci kapıdan çıktı, bizde onları takip ettik. Dedikleri şey kampüsün ortasındaydı. Bir tane canlı yayın aracı az önce deli gibi koştuğum çimlerin oraya park etmişti. 
Muhabir elinde mikrofonu, bir şeyler anlatmaya başlamıştı bile. Kalbim ağzımdaydı. O muhabirlerden o kadar çok görmüştüm ki. Her birisi bir vampir gibi üzerime çöreklenmişti. Mikrofonlarını bir kılıç gibi yüzüme savuruyor, söylentilerin doğru olup olmadığını soruyorlardı. Önceden kahverengi olan saçımı sırf beni gördükleri her yerde tanıyamasınlar diye sarıya boyatmıştım.
Ama sonra bunu da keşfettiler. The News'in önemli gazetecileri babamı bir yarasa gibi takip ediyor, kızı hakkındaki şok gelişmelerin gerçek olup olmadığını öğrenmeye çalışıyorlardı. En sonunda dayanamadım. Birisi gelip hayat damarıma basmış gibi pes ettim ve kaçtım oradan. 
Çünkü kimseye gerçeklerden bahsedemezdim. Bu tek kuraldı ve hayatta kalmak istiyorsam onu çiğnememeliydim. "Sence neden buradalar? Okulda bir şey mi icat edildi?" Bonnie'ye temkinli bir bakış attım. Ona güvenmiyordum. Ona duyduğum birazcık sempati bile kanatlanıp gitmişti. 
"Bilmiyorum" dedim. Öğrenciler, ekibin etrafındaki meraklı sürüsünü oluşturmaya başlamıştı bile. 
"Nath Watson'un arkadaşıyla bir aradayız. Bu vahim olaydan önce en son sizinle görüşmüş" Sözcükleri duyduğum gibi sırtımdaki tüm tüyler diken diken oldu. Kimden bahsediyorlardı? Ne olmuştu? 
"Evet konuşmuştuk. Her şey olması gerektiği gibiydi. Hatta o gecenin sabahında beraber spora gidecektik. Nasıl böyle oldu anlamıyorum. Onu kim öldürmek ister aklım almıyor"
Sesin sahibinin ağlamaklı hali ve kalabalıktan yükselen ah vahlar midemi düğüm düğüm yaptı. Benim içinde mi böyle yapmışlardı. Beni ilk önce Evrest'in tepesine çıkarmışlardı. Hemen arkasından okyanusun en derinlerine kadar gömmüşlerdi. Onlar için ilk önce her şeyin suçlusu en son da zavallı bir genç kız olmuştum.
"Katil hakkında araştırmalar devam ediyor. Ama belki sizlerin şüphelendiği biri vardır aklınızda. Kavga ettiği birisi ya da çekindiği biri?" İnsanların arasına kaynayarak sesin sahibini gördüm. Orta boylu kızıl bir oğlan kanlanmış gözlerle kameraya bakıyordu.
Onu duyduğum ilk an sırf gösteri için konuştuğunu sanmıştım ama ölen her kimse onun için değerli olduğunu görebiliyordum şimdi. Islak gözlerini kırpmadan "Herkesle iyi geçinirdi" dedi. "Onu bir senedir tanıyorum ve bir gün bile bir kavgaya karıştığını görmedim"
"Yaa ne demezsin!" Başımı çevirdim. Bonnie kısık gözlerini konuşan oğlana dikmişti. "Neden öyle dedin?" bana bakma zahmetine bile girişmedi. Omuz silkerek "Yalan söylüyor. Nath okulun belalı tiplerinden biriydi. Son senesi olmasına rağmen olay çıkarmaya bayılırdı" dedi. Söylediklerinin ne derece gerçek olduğunu bilmiyordum.
"Nath Watson Lock Nehrinde bulundu. Üzerindeki beyaz tişörte yazılan rakam hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bir anlamı var mı?" İşlerin tuhaflaştığı anlar vardır. O anlardan birindeydim. Kulaklarımı dört açıp biraz daha öne doğru ilerledim. 
"9" dedi ve oğlan başını eğip derin bir soluk aldı. "Aklıma gelen ilk şey sabahleyin bu saatte buluşacağımızdı. Ama bunun mantıklı bir yanı yok" Kadın spiker New York'takiler kadar klas değildi ama onlar kadar iyi bakıyordu. Bir sırtlan gibi avın kokusunu almıştı ve bir parça et koparmadan gitmeyecekti!
"Anlıyorum" duraksayarak elindeki notlara kısa bir göz attı. Daha eşeleyecek ne kalmıştı ona bakıyordu. "Peki Nath Watson'un ailesi hakkında sizin bildikleriniz nedir? Polis ailesinden hiç kimseye ulaşamadı. Ne anne ne baba ne de bir kardeş" Oğlan eliyle yüzünü sıvazladı. Gazeteci göremiyor muydu? Oğlanın ne kadar zorlandığını nefes alıp verirken nasıl takıldığını fark edemiyor muydu? 
En son bana doğru uzatılan bir mikrofona tüm gücümle vurmuştum. Ağzıma geleni avazım çıktığı kadar bağırmak istemiştim ama korumalar ben daha bir şey demeden beni arabaya bindirmişti. Eve gidip yatağıma girdiğimde sonu bitmek bilmeyen bir ağlama krizine girmiştim. Ailemi ölesiye korkutmuştum. Chris'in beni korkuttuğu gibi... Her şey onun yüzündendi.
"Bana ailesi konusunda pek bir şey anlatmazdı. Dışarıda buluşur takılırdık işte. Sadece bir kızdan bahsediyordu. Ona aşık olduğunu söylemişti ama sadece bir kez oldu bu. Bir daha konusu geçmedi" 
"Bir tahminin var mı?" Oğlan kıvırcık kızıl saçlarını karıştırdı. Koyu kahverengi gözlerini kadının beyaz ve aşırı allık sürülmüş yüzünde gezdirdi. "Hayır. Daha fazla devam edemeyeceğim" dedi. Ardından kalabalığı iteleyerek bu cehennemden uzaklaştı ve öğrenciler için ayrılan otoparkta gözden kayboldu.
"Ben Jessica Newman. Nath Watson cinayeti ile ilgili olarak üniversiteden arkadaşıyla, kısa bir görüşme yaptık. Olay hakkındaki gelişmeleri size bildirmeye devam edeceğiz. Umarız ki bunu yapan suçlular bulunur ve hak ettikleri cezayı alırlar." O kadar yapmacık bir gülümsemesi vardı ki. Dudaklarını öyle gerince canının acıyıp acımadığını merak ettim. Gri gözlerini kameramana dikerek "Sonlandır" işaretini verdi. İnsanlar tıpkı ışık sönünce onun etrafında uçmayı söndüren kelebekler gibi dağılmaya başladı. 
Siyah saçlarını geri atan Jessica mikrofonu kameramana uzattı. Başını benden tarafa çevirdi. Bakışlarımız keşişti. Ardından gözlerini önemsiz bir şeymişim gibi kıstı. Arkamı döndüm böylelerini görmek istemiyordum. O yüzden Bonnie'yle beraber dersliklere yöneldim. 
"Hey!" dedi Jessica Newman. 
"Sen Chöle Henderson değil misin?" O an aklımdan geçen tek şey şu oldu: 
Yakalandım. 
Hemde sandığımdan daha çabuk!

Merhaba arkadaşlar hikayemi okuyan herkese çok teşekkür ederim.

Yorum Gönder

0 Yorumlar